Okuyup çok etkilendiğiniz hikayeler

Genel konular
Burhan_abi
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 582
Kayıt: 27 Mar 2006 00:00
Konum: Kocaeli
İletişim:

Mesaj gönderen Burhan_abi »

Biraz uzun bir hikaye ama okudugunuza değecek.. Burhan abinizine güvenin ..

-----------------------------------------------------------------------------

ARAMIZDAKİ GÖRÜNMEZ BAĞLAR
Tek başıma hiç sorunun yanıtını bulamıyorum.Hep yeni
hayatlar yaşamayı isterken kendimi aynı hayatı tekrar
tekrar yeniden yaşarken buluyorum... Sisli bir gecede
yolunu kaybetmiş gemilere benzetiyorum kendimi...
Yanına gidip konuşmak isteğim insanları da işte bu
kayıp gemilere benzetiyorum. Uzaktan soluk ışıklarını
görüyorum... Ama ne onlar bana yaklaşabiliyorlar, ne
ben onlara... Sisli gecede birbirimize uzaktan bakıp
yeniden kendi kayboluşlarımıza karışıyoruz... Umudum
kalmadı artık; bu dünyada düşüncelerimi, beni,
duygularımı gerçekten anlayacak birini bulmam imkansız
görünüyor artık bana... Ama evimde duramıyorum yine
de... Kendimi sokaklara atmak, insanlarla konuşmak,
kendimi onlara anlatmak istiyorum. Dinliyor gibi
gözüküp dinlemeseler de, anlıyor gibi yapıp gerçekte
anlamasalar da...
Anılar birer zorba gibi yükleniyorlar üzerime.
Durmadan hesap soruyorlar benden... Tekrar tekrar aynı
görüntüler belleğimi kanatıyor... Ve hep o yüz...
Yüzdeki o ışık ömrümü ortadan ikiye bölüyor. Ne geriye
dönebiliyorum, ne ileri gidebiliyorum... Öğrendiğim
her yeni bilgi eski inançlarımı koyulaştırmaktan başka
bir şeye yaramıyor... O yüzün sahibine kaderini
anlatmak isterdim... Oysa o yüz ışığının farkında bile
değil. Kendisine rağmen yaşıyor o ışık yüzünde... O
yüz ki sevgiden önce nefret etmeyi öğrenmiş... O da
kayıp bir gemi ve o da bu kanlı sisin içinde yitirdiği
yolunu arıyor...
Her kayıp gemi bana kırılgan ve bitimli aşkları
hatırlatıyor... Dostluklar sisin ortasındaki kayıp
gemiler gibi boğulmuş insan sesleri çıkarıyor... Ziyan
olmuş hayatlar bu sisi biraz daha koyultuyor... Her
talihsiz karşılaşma başka bir karşılaşmayı daha
talihsiz kılmaya gidiyor... Her ziyan edilmiş hayat
başka bir hayatı ziyan etmeye gidiyor...
Evimin duvarları bile ayrılığın şarkısını söylüyor.
Bir başıma dinlemek istemiyorum ayrılığın
şarkısını...Ayrılık zorba anılarıyla geliyor... Her
zorba anı beni ayrılığın karşısında küçük düşürüyor:
Onunla görüşmeye ara verdiğimiz bir dönemdi. Bu defa
biraz uzun sürmüştü. Ama hasret yine ağır basmış ve
yeniden bir araya gelmiştik. O zaman itiraf etmişti
biriyle birlikte olduğunu. Hiç unutmuyorum, ilk tepkim
kaç kez oldun, onunla kaç kez yattın, demek olmuştu.
Yüzüme çok tuhaf, ve o güne dek hiç bakmadığı gibi
bakmıştı... Sadece, ilk bu mu geldi aklına, seni
tanıyamıyorum, demişti... Neden ilk tepkimin o
olduğunu bugün bile anlamış değilim; ama ne zaman
aklıma gelse yüzüm kızarır, utanırım... Ve daha
binlerce zorba, acıtan anı...
Bu anıların verdiği acıdan kurtulmak için insanların
arasına karışmak istiyorum. Demir parmaklıkların
arkasında değilim, istediğim yere gidebilirim,
istediğim her şeyi yapabilirim; ama ne yapsam, nereye
gitsem hep aynı şeyleri hatırlayan belleğimin
tutsağıyım sanki... Ben değil, bu zorba anılar
götürüyor beni istediği yere... Sevgi nasıl
bulaşıcıysa nefret de öyle bulaşıcı... Nasıl bakıyorsa
insan dünyaya, öyle görüyor ne görüyorsa... Kararmışsa
gönlü insanın, nereye baksa orada kararmış gönüller
görüyor... Dibe vurmuşsa hayatı, kimi görse dibe
vurmuş sanıyor... Hem öyle bir gece ki bu gözlerim
kapanmayı bilmiyor... Gözlerim nereye baksam
varlığımın o eski bataklığına çekiyor beni... Oysa
hayallerimin rüzgarı beni benden alıp uzaklara
götürsün isterdim... Ama hayallerimin kanatları beni
anılarımdan koparacak kadar güçlü değil... Hayallerim
beni, ben anılarımı seyredip duruyorum...
İnsanlardan ne kadar umudu kessem de yine de insansız
yapamıyorum. Beni dinlemeyecekleri, asla
anlamayacaklarını bilsem de onlara hayatımı anlatmayı
seviyorum... Hem korkuyorum onlardan, hem
korkularımdan kurtulmak için onlara sarılıyorum yine
de..
Tek başıma dolaşıyorum Beyoğlu'nda..Gecenin kim bilir
hangi saati, yine de her yer insan dolu.. Kimse evine
gitmek istemiyor sanki... Gece koyulaştıkça yalnızlık
derdi artıyor... Sadece benim evimin duvarları değil,
bütün evlerin duvarları sanki aynı ayrılık şarkısını
söylüyor. Kimse tek başına bu şarkıyı dinlemeye
katlanamıyor... Evler saçmalığın kederinde boğulmuş,
yanlış yerde arıyor herkes kendisini... Anılar zorba,
bellek yorgun, hayaller kanatsız... Kimin gözlerine
baksam, bu gördüğün ben değilim, ben aslında çok
başkasıyım, diyor... Kimi sevsem bu sevgiyle
yarışacağı yerde benimle yarışıyor... Kim beni sevse
bu sevgide önce kendi yaralarını onarmaya çalışıyor...
Sevgi bir eliyle çağırıyor, korku iki eliyle itiyor...
Kim beni öpse ayrılığın ipini geçiriyor boynuma...
Nereye gitsem, oraya benden önce anılarım gidiyor...
Oraya benden önce sevgiyi öğrenmeden önce nefreti
öğrenen kadın gidiyor... Nereden dönsem ardımda
küskünlüğüm kalıyor... Kimse kurtulamıyor bu
küskünlükten. Şiirler, aşk nefret etmektir, diye
bitiyor...
Taksim'de gecenin bir yarısı tek başıma dolaşıyorum...
Bunca geç bir saate rağmen her yer öylesine gürültülü
ve kalabalık ki... Onca gürültüye ve onca kalabalığa
rağmen her yer aslında öylesine sessiz ve ıssız ki...
Sanki insanlar bu ıssızlığı ve sessizliği gizlemek
için durmadan boylukta dolaşıp duruyor ve anlamsızca
konuşuyorlar...
Biraz kuytu, kalabalıktan biraz uzak bir banka
oturuyorum... Sanki her yer gözüküyor bu banktan.
Ayaklarımın altından mahvolmuş hayatların yanık suları
geçiyor... Güçsüz düşmüş inancım aşkımı ne kadar
kirletmeye çalışsa da sanki bir el durmadan yıkayıp
arıtıyor onu...
Kendimle o kadar meşgulüm ki, biraz geç fark ediyorum
yanımda orta yaşlı bir adamın oturduğunu. Uzaklara
bakıp, benimle hiç ilgilenmiyormuş gibi davransa da
beni düşündüğünü anlıyorum... Uzaklara baksa da
hayretle ve acıyla aydınlanmış gözlerini görüyorum...
Yüzüme bakmadan soruyor: Gece ne kadar sessiz değil
mi... Şaşırıyorum benimle aynı şeyi düşündüğüne...
Evet, diyorum bir an durakladıktan sonra... Onca
gürültüye rağmen öylesine sessiz ki... Çünkü, diye
devam ediyor, kimse kimseyi dinlemiyor, herkes
kendisine öylesine gömülmüş ki... Neden böyle? diye
soruyorum ona... Ellerini kavuşturup uzaklara bakarak
yanıtlıyor beni: Hepimiz kendimizi başkalarından çok
farklıyız sanıyoruz, ama aslında birbirimize o kadar
benziyoruz ki... Bu yüzden birbirimize ne denli çok
görünmez bağlarla bağlı olduğumuzu bir bilsek her şey
öylesine değişecek ki... Ama bu bağları göremiyoruz
bir türlü... Herkes kendisi diye bilmediği bir
başkasını anlatıyor ve sonra yeniden kendi karanlığına
gömülüyor... Birlikte ama yalnızız, çok yalnızız...
Bilir misiniz, İbranice'de bu iki sözcük tek bir
harfle ayrılır...Yalnız, yahid, demektir, birlikte ise
yahad...
Sonra usulca dönüp yüzüme bakıyor: Bana hikayenizi
anlatır mısınız, diye soruyor... Şaşırmıyorum bu
sorusuna. Yalnızlık ve hayatın bu korkunç belirsizliği
öylesine hırpalamıştı ki ruhumu, ona kendimden
bahsedersem az da olsa bir teselli bulacağımı
hissediyorum... Kanlı bir sisin içinde kaybolmuş
gemilere benzettiğim insanları... Ziyan olmuş
hayatları... Aşkların nasıl bu kadar kısa bir sürede
nefrete dönüştüğünü... Yaralarını onarmak için
ilişkiye girenleri, sevmekten korkanları... Zorba
anıları, yorgun bellekleri, kanatsız kalmış
hayalleri... Her talihsiz karşılaşmanın başka bir
karşılaşmayı daha talihsiz kıldığını...Yalnızlığımı ve
hayatın o korkunç belirsizliğini..Artık beni anlayacak
birini bulmaktan ümidi kestiğimi anlatıyorum ona..
Derin bir nefes alıyor ve sonra yine şehrin solgun
ışıklarına bakarak yanıtlıyor: Öyle demeyin.Sizi
anlayacak birileri mutlaka vardır.Hem yalnızlık bizi
olgunlaştırır, yeni keşiflere hazırlar.Belirsizlikse
çoğu kez özgürlüğün kapılarını açar bize. Biraz önce
söyledim, hepimiz görünmez bağlarla bağlıyız
birbirimize.İşte bu bağları görebilmek ve birbirimizi
anlamak için daha çok çaba harcamalıyız. Bize çoğu kez
anlamsız görünen olayların, tesadüflerin ardındaki
gizli anlamlı göremiyoruz...
O şimdi ne yapıyordur...
Kim, diye soruyorum şaşkınlıkla...
Ayrıldığınız insan. Sizi anlamadığını düşündüğünüz...
İçimden karanlık bir ürperti geçiyor: Uyuyordur, bu
konuştuklarımızdan hiç haberi yoktur. Dantellerle,
pullarla kaplı yastığında uyuyordur, diyorum...
Bence o şimdi sizin uykunuzu uyuyordur, sizin rüyanızı
görüyordur.Kim bilir belki birazdan uykusundan
ağlayarak uyanacak ve bu konuşmayı duymadan
duyacaktır... Sizin varlığınızda onun için
yaşattığınız her duyguyu hissedecektir... Hiç tahmin
edemeyeceğimiz işaretlerle anlayacaktır bunu...
İnsanlar arasındaki bu büyüye inanmak gerekir.
Karşılaşmalara, tesadüflere inanmak gerekir.
Mucizelere... Yaşadığımız her şeyin, en anlamsız
görünenin bile ardında bir anlam yatar... Size kendi
hikayemi anlatmamı ister misiniz...
Elbette, diyorum merakla, dinlemeyi çok isterim...
Ben birini öldürdüm biliyor musunuz... Bunu der demez
susup etraftaki o gürültülü sessizliği dinliyor bir
an. Neye uğradığımı şaşırıyorum. Adamın önce yüzüne
sonra da büyük bir dikkatle ince uzun parmaklarına
bakıyorum...Bana böylesine huzur veren ve bilgelik
dolu şeyler anlatan bu insan bir katildi öyle mi...
Yo, bana öyle bakmayın, dedi gayet sakin bir
tavırla...Ben de birini öldürmeden önce insan
öldürmenin kendim için ne kadar imkansız olduğunu çok
düşünmüşümdür hep. Ama birini öldürmek çok anlık bir
şey. O an zaten siz siz olmuyorsunuz. Bir başkası
giriyor sanki içinize... Şaşkınlığım sürdüğü için
lafını kesiyorum: Neden öldürdünüz peki...Bir sakıncası
yoksa söyleyebilir misiniz:
Bencillik... Kibir... Ruhumu körleştiren arzular...
Kıskançlık... Daha çok şey eklenebilir bunlara...
Hepimizin içinde var bu duygular... Dilerseniz devam
edeyim... Bu korkunç olaydan önce durumum çok iyiydi.
İyi bir evliliğim, çok sevdiğim bir kızım, iyi bir
çevrem vardı... Karım beni terk etti. Kızım bu olay
yüzünden beni reddetti... İşimi, çevremi, dostlarımı
kaybettim. Kimse arayıp sormaz oldu. Dayanılması çok
güç yıllardı. Geçmişimi bir saplantı haline
getirmiştim. Demiştiniz ya, anılar zorbadır, diye...
İşte o zorba anılarda kurtulmak bu hayatımın üstüne
çıkabilmek için kendimi kitaplara adadım. Elime ne
geçerse okuyordum. Felsefe, psikoloji, dinler tarihi,
edebiyat... Kitaplar olmasaydı o korkunç yıllar başka
nasıl geçerdi ki... Sonra bir gün artık özgürsün,
dediler. İnanamadım özgür olduğuma. Ama bir amacınız
yoksa, sevdikleriniz yoksa özgür olmanın pek bir
anlamı yok... Günlerce karımı aradım, ama bulamadım.
Kızımdan da bir haber yoktu... Ne dostlarım, ne param,
ne de bir işim vardı. Bunca işsizlikte hapishaneden
çıkan, sabıkalı bir adama kim iş verir? Hem de bu
yaşta birine... Günlerce başıboş dolaştım.Orada burada
yattım. Nereye gidecektim, ne yapacaktım...
Kitaplardan öğrendikleriniz bir yere kadar size
yardımcı oluyor... Hayat başka bir şey... İntihar
etmek istedim, onu bile beceremedim. Bir gün garip bir
rastlantı sonucu çok eski bir arkadaşımla karşılaştım.
Çok zengin olduğunu duymuştum. Bir yerde oturduk, ona
başıma gelenlerden bahsettim. Anlattıklarımdan çok
etkilendi. Gözlerinden okudum bunu... Artık benim için
hayatın bir anlamı kalmadığını, ölmek istediğimi
söyledim ona. Aslında içten içe bana yardımcı
olmasını, iş bulmasını ya da biraz para vermesini
istiyordum... Benim sana verecek hiç param yok, dedi.
Neden, diye sordum, çok zengin olduğunu duyduğumdan
bahsettim. Artık değilim, dedi. Bütün paramı, mal
varlığımı kimsesiz kalmış sokak çocukları için kurduğu
bir vakfa bağışlamış. Zenginlik ruhunu kirletmiş...
Ruhunu kurtarmak, arınmak için bu amaca adamış
kendini... Eğer ölmek istiyorsan seni engelleyemem.
Karar senin, ama dilersen gel benimle vakıftaki
işlerimde bana yardımcı ol. Yatacak bir yerin olur, üç
öğün karnını doyurursun. Sana başka bir şey veremem...
Bunları söyleyip sustu ve gözlerini hiç kaçırmadan
gözlerime baktı... İşte o an onun gözlerinde kendi
kaderimi gördüm.İnsanların arasındaki o görünmez
bağlar vardır, demiştim ya, işte onunla aramdaki o
bağı gördüm. O işareti ve o mucizeyi... Tamam, dedim,
kabul ediyorum... Ve o gün bu gündür onunla kimsesiz
sokak çocukları için çalışıyorum. Hayatımın anlamı
buymuş meğerse benim. Bugüne dek bütün yaşadıklarım bu
günlere bir hazırlıkmış... O karşılaşma anından sonra
her şeye böyle bakıyorum artık... Her birimizin bir
başkasının üzerinde mutlaka bir etkisi vardır... Yeter
ki aramızdaki o bağı görelim...
Sonra yine susup o dingin, o huzur gülümseyişiyle
uzaklara bakmayı sürdürüyor..
O susuyor, ama benim içimde bambaşka bir konuşma
başlıyor bu defa. İnsanlar arasındaki o görünmez
bağların varlığını bildiğim halde neden görmek için
daha fazla çaba harcamadığımı soruyorum kendime...
Karşılaştığım insanlardan çok kendi benliğime takılı
kalmıştı gözlerim... Kendimi keşfetmeye harcadığım
enerjinin birazı da başkalarını keşfetmeye çalışsaydım
anılarım bu kadar zorba olmazdı bana... Belleğim bu
kadar yorgun, hayallerim bu denli kanatsız
olmazdı...Ayrılsam da, bir daha onu görmeyecek olsam
da, bir zamanlar o çok sevdiğim insanın uykuya
daldığında benim rüyamı göreceğini bilmezden
gelmezdim...
Bu iç konuşmalarımı o sırada önümüzden geçmekten olan
bir şair arkadaşım bölüyor. Haberin var mı, diyor, Ece
Ayhan bu gece öldü...Ustayı kaybettik... Bir an ne
diyeceğimi bilemiyorum. Bu gece her şey o kadar üst
üste gelmişti ki benim için... Binlerce anı üşüşüyor
beynime o an... Ama bu defa anılar eskisi gibi zorba
değildi... Her anı bir diğerine ekleniyor; her anlam,
her görüntü, her işaret bir diğerine bağlanıyor ve
bağlandıkça yine anlamlar, yeni değerler
kazanıyordu... İster misiniz, size Ece Ayhan'la ilgili
bir hatıramı anlatmamı, diye soruyorum yanımdaki
adama... Yanıt vermeden sadece başını sallıyor ve
yüzündeki incecik hüzünle gülümsüyor...
Ece Ayhan hayatımda çok önemli bir yer tutar... Sadece
benim için değil, bu ülkede şiir yazan, şiir okuyan,
şiiri seven birçok insan için de çok önemliydi o...
Anlaşılması güçtü, çok kapalıydı şiirleri, ama garip
büyü, bir tılsım vardı onlarda... Sanki bilinçaltımızı
okurdu o... Bu ülkenin bilinçaltını... Hayatımda
vazgeçilmez bir değeri olan şair Nilgün Marmara da onu
çok önemserdi. Ece Ayhan şiirinin sıkı takipçisiydi.
Dahası aralarında çok sıkı bir dostluk vardı. Ece
Ayhan'ı evinde ağırlar, onu kollar ve gözetirdi. Bir
gün Nilgün Marmara yaşamaktan vazgeçti ve kendisini bu
hayatın öte tarafından çağıranların yanına gitti.
Beşinci kattaki evinin penceresinden boşluğa bıraktı o
narin, o kırılgan bedenini... Ne acıydı ki birileri bu
intihardan Ece Ayhan'ı sorumlu tuttular... Hatta bu
suçlamayı yazıya dökenler bile oldu. Bir şiirinde;
'Her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı' dediği
içindi belki de... Bu dedikodular ve suçlamalar
etkisini göstermiş olacak ki, bir akşam Ece Ayhan
arkadaşlarıyla bir meyhanede otururken kızın biri
yanına bir şey söylemek maksadıyla yaklaşmış ve
arkasına sakladığı bir şişe kırmızı şarabı başından
aşağı dökmüş... Ece Ayhan hiçbir şey yapmamış, ama
sadece şunu söylemiş; babalarına yapamıyorlar, bana
yapıyorlar; çünkü güçleri bana yetiyor... Bunu
duyduğumda çok üzülmüştüm. Çünkü o üzerindeki ceketten
başka ceketi yoktu Ece Ayhan'ın... Eminim, kırmızı
şarapla lekelenen o ceketini temizleyiciye verecek
parası bile yoktu...
Bu sırada yanımdaki adam sözümün arasına giriyor: Kim
bilir, belki de Ece Ayhan'ın başından aşağı şarap
döken o kız benim kızımdır... Bunu bana yapmayı çok
isteği halde yapamadığı için ona yapmıştır... Çünkü
onu küçük yaşta hapse girerek babasız bıraktığım için
beni hiç affetmedi... Ama lütfen siz devam edin...
Bu olaydan birkaç gün sonra babam öldü. Önce Nilgün,
ardından babam... Nasıl bir rastlantıydı bu... Hayatta
en çok sevdiğim iki insanı peş peşe kaybetmiştim...
Bir gün eve gittiğimde annemi gözyaşları içinde
babamın elbiselerini fakirlere, ihtiyacı olanlara
dağıtmak için torbalara yerleştirdiğini gördüm.
Babamın bir ceketini istedim annemden... Ne
yapacaksın, diye sordu. Kim olduğunu sorma anne,
birine vereceğim sadece, dedim... Pekiyi, sen
bilirsin, deyip bir ceket uzattı bana, sonra da
babamın diğer elbiselerini katlayıp torbalara
doldurmaya devam etti... Babamın ceketini önce bir
temizleyiciye verip temizlettikten sonra Ece Ayhan'a
götürüp hediye ettim. O zaman Tarlabaşı'nda virane bir
evde kalıyordu... Zahmet etmişsin, ihtiyacım olduğunda
giyerim, dedi sadece... Aradan bir iki hafta geçti.
Bir gün annemle oturmuş konuşurken, biliyor musun dün
gece baban rüyama girdi, ceketini verdiğin adamı
sordu, söyle ona dedi, ceketimi verdiği adam çok iyi
bir insanmış, iyi bir şey yapmış, dedi... Sahi kime
verdin o ceketi, diye sordu annem... Tanımazsın anne,
sorma, diyerek gözyaşları içinde yanından ayrılıp öbür
odaya geçtim...İşte sizin söylediğiniz o görünmez
bağlar... O işaretler, o mucizeler...
Daha konuşacak ne vardı ki; neredeyse sabah oluyordu,
ama gözlerim kapanmak bilmiyordu... Kalkıp yanımdaki
adama son kez bakıyorum ve ona veda ederken şunu
soruyorum: Pekiyi, siz ne arıyorsunuz bu saatte, bu
bankta kimi neyi bekliyorsunuz? O dingin, o
gözyaşlarıyla biraz daha aydınlık bakan gözleriyle:
Kim bilir belki de sizi bekliyordum, diyor... Bana
hikayenizi anlatmanızı bekliyordum...
"Namazını kıl Ölüm gelmeden...!"

"Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir.."

Burhan_abi
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 582
Kayıt: 27 Mar 2006 00:00
Konum: Kocaeli
İletişim:

Mesaj gönderen Burhan_abi »

Anka Kuşu
Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş...

Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.

Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.

Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş.

Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp;

papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş(oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış);

Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış;

baykuş yıkıntılarını özlemiş,

balıkçıl kuşu bataklığını.

Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış.

Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Simurg'un yuvasını bulunca ögrenmişler ki;

"SİMURG ANKA - Otuz Kuş" demekmiş.

Onların hepsi Simurg'muş. Her biri de Simurg'muş. Simurg Anka'yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yokoluşu da yaşadıktan
sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız.

Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır...
"Namazını kıl Ölüm gelmeden...!"

"Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir.."

Kullanıcı avatarı
addo
Üye
Üye
Mesajlar: 231
Kayıt: 02 Tem 2006 00:00
Konum: kayıplar şeehrii

Mesaj gönderen addo »

biraz uzun ama emin olun okumaya deger :cry:

Selma, 6 çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğuydu, bana geldiğinde
8 yaşındaydı. Selma'nın onu psikolojik olarak susmaya iten, seçici konuşmazlık
dediğimiz sürece getiren olaylar beş yaşındayken başlamıştı.



Selma, beş kardeşi, anne ve babasıyla kendi alinde normal bi yasam sürerken
bir gün annesi hastalanıyor. O dönemlerde beş yaşlarında. Kendisinden
büyük iki abla, bir ağabey ve kendisinden küçük iki kardeş daha
var.



Küçük kardeşin yeni doğduğu dönemde anne ciddi sağlık sorunlarıyla
karşılaşıyor. Uzun süre tedavi görüyor. Yoğun uğraşılara rağmen
iyileşmiyor. Hastane ortamından evine gidip son günlerini evinde huzur
içinde yaşasın diye doktorlar tarafından eve gönderiliyor.



Birkaç ay evde babaanne , hala ve benzeri yakın akrabaların yardımıyla
yaşatılıyor. Birgün hayata gözlerini kapatıyor. Anneye en fazla ihtiyaç
duyulan dönemde anne, Selma'nın hayatından çıkıp gidiyor.



Aradan 1,5 yıl geçiyor. Kendi hallerinde bir şekilde yaşamaya alışıyorlar.
Büyük kızlar evde yemek yapıp, en küçük çocuklara annelik yaparken,
Selma babasıyla birlikte dükkanda çalışıyor.



Dükkanları evin hemen alt katında olduğu için baba endişe duymadan
iş hayatına devam ediyor. Çocuklarını kimseye muhtac etmeden yük etmeden
idare ediyor.



Bir gün ablalar ve ağabey, kardeşlerini alarak yakın akrabalarına gidiyorlar.
Selma babasının yanından ayrılmıyor. Çok ısrar ediyorlar istemedigi için
gitmiyor. Babası da gitmemesine ses çıkarmıyor.



Öğleden sonra baba kız dükkanı temizlemeye başlıyorlar. Selma babasının
istediği gibi her yeri bi güzel temizleyip süpürüyor. Daha sonra radyoyu
açıyor. Müzik dinlemeye başlıyor. Ancak dışardan gelen sesler nedeniyle
müziği duyamadığı

için, sesini iyice açıyor. Babası da başının ağrıdığını söyleyerek
müziğin sesini kısmasını istiyor.



Selma, babasının söylediğini duymamış gibi yapıyor. Hani çocuklar sıklıkla
yaparlar ya..



Bir süre sonra babası, başının çok ağrıdığını söylüyor. Yüzü asılıyor.
Selma, gidip gelip babayı kontrol ediyor baş ağrısı geçti mi diye. Babası
baş agrısına dayanamayarak eve ilaç almaya çıkıyor. Sıcaktan bunaldığını,
kendini kötü hissettiğini söylüyor. Dükkana dikkat etmesini hemen
bi ağrı kesici alıp geleceğini de ekliyor.



Eve çıkıyor. Aradan epey zaman geçmesine rağmen baba yok. Bekliyor baba
yok. Merak edip yukarıya babasına bakmaya çıkıyor.



Eve giriyor. Babasına sesleniyor. Cevap yok. Tam oturma odasına giriyor
ki babası o anda Selmanın gözleri önünde kalp krizi geçirmeye başlıyor.
Selma babasının çırpınmalarına, yerde yuvarlanmalarına, halıyı tırmalamasına...vs.
şahit oluyor. Babası son nefesini verip yerde cansız yatarken , uyandırmaya
çalışıyor.



Babası uyanmıyor....



Camdan aşağı doğru bağırmaya başlıyor:

"İmdat.. Babama bişey oldu... Yardım edin!.."



kısa süre içinde ev mahalle halkıyla doluyor...



cenaze işlemleri bitince 1,5 yıl önce anneleri ölen bu altı kardeşin
ne olacağı tartışması başlıyor.. kimi "yanımıza alalım" ,
kimi "yuvaya verelim", kimi de "hepsine birden nsıl bakacağız"
diyor. En sonunda akrabalar aralarında anlaşıyorlar."herbirimiz birisini
alalım." Böylece çocuklar yurtlarda perişan olmaz, arada sırada
da olsa birbirlerini görürler. Diye düşünüyorlar.



Selma' yı çok sevdiği halası alıyor. İki yıldır Selma yanlarında ve
hiç konuşmuyor.



Duyduklarım beni çok etkilemişti. Daha önce gidilen uzmanların isimleri
beni endişelendirmişti. Bir yandan da bir şeyler yapabilirim belki diye
düşünmeden edemiyordum. Hikayesinden çok etkilendigim bu kızı merakla
bekliyordum. Halası

olan biteni tek tek anlattı.



"Gelinimiz ve ağabeyimin ölümünden sonra bende Selmayı aldım,
ama onu bir türlü mutlu edemedik. İki yıldır yüzü hiç gülmüyor.
Kendiliğinden hiç bir şey yapmıyor. Sadece konuşmasa neyse ama sanki
kurulmuş bir robot gibi.örneğin sofraya oturup yemek yiyeceğiz ."
Hadi Selma sofraya otur!" diyoruz oturuyor. Hadi Selma artık kalkabilirsin
demeden kalkmıyor. Önceleri aldırmadık. Baktık olmadı karşımıza aldık
uzun uzun konuştuk anlattık. Ona evimizin bi kızı oldugunu, evdeki herkes
kadar her şeye hakkı oldugunu... hiçbirisi fayda etmedi. Zamanla öfkelenip
inadını kırmak için bazı taktikler uygulamaya başladık. Sofra hazır olunca
gel otur demedik, aç kaldıgı günler oldu. Yada artık kalkabilirsin demedik
saatlerce sofrada oturdu. Hadi artık uyu demedik , sabaha kadar koltukta
öyle oturdu. Vicdanın yoksa söyleme..."



Onunla yaptığım ilk seans dün gibi aklımda. Hal hareketleri dinlemiyormuş
gibi ama tüm alıcılarını bana cevirdiğini hissettiğim tavırları.



- Biliyormusun ben seni çok sevdim

- .....

- Vallahi çok ciddiyim, çok sevdim.

- ....

- Ne güzel hiç konuşmuyorsun, diğer çocuklar gibi kafamı şişirmiyorsun
.



Gözlerimin içine bakıp gülümsemesini saklamak ister gibi dudaklarını
ısırarak başını salladı.

- Biliyormusun bazen çocukların hayatlarında bazı şeyler yolunda gitmiyor,
benim işimse bunları yoluna koymak. Beni dinlediğini biliyorum . hatta
benimle konustugunu bile hissediyorum. Çocuklar benden yardım isterler,
bende onara

yardım ederim. Bu hep böyle oldu.

- ......

- Ama şu an işler değişti. Sana yardım etmeyi ben istiyorum. Eğer
bana yardım edersen , izin verirsen seni susturan şeyin ne oldugunu bulurum.
Gerçekten... inan bana...izin verirmisin?



Başını salladı!

Evet başını salladı!

- Elimde bazı resimler var, o resimleri cocuklara gösteriyorum onlarda
bana resimlerle ilgili hikayeler anlatıyorlar. Onlar bana hikaye anlatınca
bende onların mutlu olmasını sağlıyorum. Yani bütün sır hikayede. ....
Biliyorum sen konuşmuyorsun. Ama hikaye anlatmak istersen, konustugunu
kimseye söylemem. Bu ikimizin sırrı olur. Anlaştık mı?



Bir süre düşündü. Başını saga sola salladı. Evetle hayır arasında
gidip geliyordu. Birden evet anlamına gelecek şekilde başını salladı.




Karşımdaydı... ben ona resimler gösteriyordum oda bana hikayeler anlatıyordu.
İşimiz bittiğinde ona çok teşekür ettim. Anlattıklarını analiz etmeye
bile gerek yoktu. O kadar saf, o kadar temiz, o kadar kendi hikayesini
anlatmıştı ki...



Selma!nın bilinçaltı karmakarışıktı. İşte Selma'nın analizden geçmesine
bile gerek bırakmayan, halasını dinlerken gözyaslarına boğan, beni analiz
yaparken hıçkırıklara boğan hikayesi...



" Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar bir ülke varmış. Bu ülkede
anne basıyla yaşayan çok mutlu çocuklar varmış. Çocuklar kardeş kardeş
hep oynarlarmış, anne babaları onlara hiç kızmazlarmış.



Bir gün bu çocukların annesi hastalanmış. Çocuklar çok üzülmüş.
Ama kimse çocukların üzüldüğünü anlamamış. Anneyi hep hastaneye
götürmüşler. İlaçlar vermişler.hemde acı acı ilaçlar. Anne, sırf
çocuklarını yalnız bırakmamak için içmiş bütün o acı ilaçları. Çocuklara
hep annelerinin iyileşeceği söylenmiş. Bir gün anneyi eve getirmişler.
Çocuklar anne geldi diye çok mutlu olmuşlar.



Anne hep yatakta yatmaya başlamış.artık cocuklarına yemekler yapmıyormuş.
Çocuklar çok üzülmüşler. Annlerinin yanında oyunlar oynamaya başlamışlar.
Annalerinin yanında niye oynuyorlarmış biliyormusun ? Anneleri eğlensin
diye. Ama babaanneleri hep kızıyormuş onlara. Gürültü yapıp durmayın.
Anneniz zaten sizin yüzünüzden hastalandı diye.çocuklar çok yaramazlık
yaptı diye anne hastalanmış meger. Çocuklar da anne iyileşsin diye onu
eğlendirmek istiyorlarmış ama kimse anlamıyormuş.herkes çocuklarını
azarlayınca anneleri de cok üzülüyormuş..



Birgün anne ölmüş. Herkes ağlamış. Çocuklar annenin neden öldüğünü
anlamış. Yaramazlık yaptılar diye.



Çocuklar evde babalarıyla yaşamaya başlamışlar. Bir gün anane gelip
yemek yaparken, çocuklar gürültü yapmışlar. Anneanne onlara kızmış"
kızım sizin yüzünüzden hasta oldu. Hiç annenizin sözünü dinlemediniz
hasta ettiniz kızımı. Sizin yüzünüzden de öldü. Sözümü dinlemeyip
gürültü yapar, çok konuşursanız beni de öldürüp ortada kalacaksınız.
Kim bakacak size?" demiş.



Bir gün Selma , babasıyla dükkanda oturuyormuş. Ablaları kardeşleri
amcalarına gitmişler.selma babasının yanından ayrılmak istememiş. Hiç
gürültü yapmadan hep babasına yardım ediyormuş. Anneleri çocuklar
evde yokken hastalanmış ya. Babası

yalnız kalır hastalanır diye yalnız bırakmak istemiyormus. Babaları çocuklarını
hiç kızmıyormuş zaten. Gürültü yaptıklarında bile..



Selma dükkanda babasın ayardım etmiş, her yeri mis gibi yapmış. Elleri
de acımış biraz. Radyoyu açmış. Babasının başı ağrımış. Kızım kapat
şunun sesini demiş. Selma duymuş ama duymamazlıktan gelmiş. En sevdiği
müzikler varmış.



Babası biraz sonra eve gitmiş. İlaç alıp gelecekmiş. Gitmiş gelmemiş.
Selmanın hemen aklına anneannesiyle babaannesinin söyledikleri gelmiş.
Annesi zaten cocukların yaramazlıgı yüzünden ölmüştü ya. Selma çok
korkmuş eve çıkmış. Babasını aramış. Odaya girince bi bakmış, babası
bişeyler yapıyor. Selma çok korkmuş. Babası Selmaya git der gibi işaretler
yapmış. Selma gitmemiş. Babası yerde uyumaya başlayınca uyandırmaya
çalışmış. Uyandıramayınca ağlamaya başlayıp komşuları çağırmış.



Sonra ev kalabalık olmuş. Selma kimseye söyleyememiş ama çok üzülmüş..
babası git dediği halde gitmemiş. Yine babasının sözünü dinlememiş.
Eger gitseydi, müziğin sesini açıp babasının başını ağrıtmasaydı babası
ölmeyecekti. Selma'nın

yüzünden öldü.



Sonra akrabalar çocukları paylaşmışlar. Selma ablalarından ayrılmak
istememiş. Küçük kardeşini de çok seviyormuş. Halası yanına gelip"
kızım sen artık benim kızımsın bizimle yaşayacaksın" demiş



Selma çok mutlu olmuş. Öyle mutlu olmuş ki, halasını çok seviyormuş,
istediği zaman kardeşlerime götürüler diye düşünmüş.



Halasının evine gidince artık bunlar benim yeni anne babam demiş kendi
kendine. Ama birden korkmaya başlamış. "Annemle babamı ben öldürdüm.
Yaramazlık yaptım sözlerini dinlemedim. Yeni annemi babamı çok seviyorum.
Ya onlara da bişey

olursa ben ne yaparım.?"



Sonra aklına bişey gelmiş. Gece yatmadan önce yatağının başucuna oturup
dua etmeye başlamş.



"Allahım .. ben çok yaramaz bir kızım. Annem babam benim yüzümden
öldü. Halamlar çok iyi insanlar. Ne olur benim yüzümden onları da
yanına alma. Eğer onları da alırsan ben kimin yanında kalırım? Ne olur
Allahım bana yardım et. Hiç konuşmamam için bana yardım et. Ne zaman
gürültü yapıp söz dinlemesem annem babam ölüyor. Hep susmam için
bana yardım et Allahım. Ne söylerlerse yapacağım, onlar söylemeden hiç
bişey yapmayacağım... ne olur onları benden alma!.."



O günden sonra Selma hiç konuşmamış. Gülmemiş. Eğer gülersem evde
gürültü olur, başları ağrıyıp ölürler diye korkmuş. Hep susmuş.



Hikayesi bitince Selma gözlerimin içine baktı ve ekledi;



"Biliyormusun? Hala her gece dua ediyorum. Allahım nolur konusmayayım.,
konusmamam için bana yardım et! Diye. Bazen çok mutlu oluyorum. O zaman
çok korkuyorum sevinçten çığlık atarım da gürültü olur, annem ölür
diye"



O küçük bedeniyle ne kadar büyük bir görev üstlenmişti.



Kaçımız en konuşkan, en geveze çağımızda kendimizi susturmayı başarabiliriz
ki?



Kaçımız bir dondurma alındıgında bile sevinç çığlıkları atabilecekken,
bu yogun duyguyu bastırıp susmaya devam edebiliriz ki ?



Kaçımız?



Bu kadar sevilmek... bu kadar değer verilmek...
bildigim birşey warsa hiç birşey bilmedigimdir.....

Kullanıcı avatarı
simsiyah_85
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 1610
Kayıt: 02 Ağu 2006 00:00
Konum: İstanbul

Mesaj gönderen simsiyah_85 »

k_safiye yazdı:
addo yazdı:biraz uzun ama emin olun okumaya deger :cry:

Selma, 6 çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğuydu, bana geldiğinde
8 yaşındaydı. Selma'nın onu psikolojik olarak susmaya iten, seçici konuşmazlık
dediğimiz sürece getiren olaylar beş yaşındayken başlamıştı.



Selma, beş kardeşi, anne ve babasıyla kendi alinde normal bi yasam sürerken
bir gün annesi hastalanıyor. O dönemlerde beş yaşlarında. Kendisinden
büyük iki abla, bir ağabey ve kendisinden küçük iki kardeş daha
var.



Küçük kardeşin yeni doğduğu dönemde anne ciddi sağlık sorunlarıyla
karşılaşıyor. Uzun süre tedavi görüyor. Yoğun uğraşılara rağmen
iyileşmiyor. Hastane ortamından evine gidip son günlerini evinde huzur
içinde yaşasın diye doktorlar tarafından eve gönderiliyor.



Birkaç ay evde babaanne , hala ve benzeri yakın akrabaların yardımıyla
yaşatılıyor. Birgün hayata gözlerini kapatıyor. Anneye en fazla ihtiyaç
duyulan dönemde anne, Selma'nın hayatından çıkıp gidiyor.



Aradan 1,5 yıl geçiyor. Kendi hallerinde bir şekilde yaşamaya alışıyorlar.
Büyük kızlar evde yemek yapıp, en küçük çocuklara annelik yaparken,
Selma babasıyla birlikte dükkanda çalışıyor.



Dükkanları evin hemen alt katında olduğu için baba endişe duymadan
iş hayatına devam ediyor. Çocuklarını kimseye muhtac etmeden yük etmeden
idare ediyor.



Bir gün ablalar ve ağabey, kardeşlerini alarak yakın akrabalarına gidiyorlar.
Selma babasının yanından ayrılmıyor. Çok ısrar ediyorlar istemedigi için
gitmiyor. Babası da gitmemesine ses çıkarmıyor.



Öğleden sonra baba kız dükkanı temizlemeye başlıyorlar. Selma babasının
istediği gibi her yeri bi güzel temizleyip süpürüyor. Daha sonra radyoyu
açıyor. Müzik dinlemeye başlıyor. Ancak dışardan gelen sesler nedeniyle
müziği duyamadığı

için, sesini iyice açıyor. Babası da başının ağrıdığını söyleyerek
müziğin sesini kısmasını istiyor.



Selma, babasının söylediğini duymamış gibi yapıyor. Hani çocuklar sıklıkla
yaparlar ya..



Bir süre sonra babası, başının çok ağrıdığını söylüyor. Yüzü asılıyor.
Selma, gidip gelip babayı kontrol ediyor baş ağrısı geçti mi diye. Babası
baş agrısına dayanamayarak eve ilaç almaya çıkıyor. Sıcaktan bunaldığını,
kendini kötü hissettiğini söylüyor. Dükkana dikkat etmesini hemen
bi ağrı kesici alıp geleceğini de ekliyor.



Eve çıkıyor. Aradan epey zaman geçmesine rağmen baba yok. Bekliyor baba
yok. Merak edip yukarıya babasına bakmaya çıkıyor.



Eve giriyor. Babasına sesleniyor. Cevap yok. Tam oturma odasına giriyor
ki babası o anda Selmanın gözleri önünde kalp krizi geçirmeye başlıyor.
Selma babasının çırpınmalarına, yerde yuvarlanmalarına, halıyı tırmalamasına...vs.
şahit oluyor. Babası son nefesini verip yerde cansız yatarken , uyandırmaya
çalışıyor.



Babası uyanmıyor....



Camdan aşağı doğru bağırmaya başlıyor:

"İmdat.. Babama bişey oldu... Yardım edin!.."



kısa süre içinde ev mahalle halkıyla doluyor...



cenaze işlemleri bitince 1,5 yıl önce anneleri ölen bu altı kardeşin
ne olacağı tartışması başlıyor.. kimi "yanımıza alalım" ,
kimi "yuvaya verelim", kimi de "hepsine birden nsıl bakacağız"
diyor. En sonunda akrabalar aralarında anlaşıyorlar."herbirimiz birisini
alalım." Böylece çocuklar yurtlarda perişan olmaz, arada sırada
da olsa birbirlerini görürler. Diye düşünüyorlar.



Selma' yı çok sevdiği halası alıyor. İki yıldır Selma yanlarında ve
hiç konuşmuyor.



Duyduklarım beni çok etkilemişti. Daha önce gidilen uzmanların isimleri
beni endişelendirmişti. Bir yandan da bir şeyler yapabilirim belki diye
düşünmeden edemiyordum. Hikayesinden çok etkilendigim bu kızı merakla
bekliyordum. Halası

olan biteni tek tek anlattı.



"Gelinimiz ve ağabeyimin ölümünden sonra bende Selmayı aldım,
ama onu bir türlü mutlu edemedik. İki yıldır yüzü hiç gülmüyor.
Kendiliğinden hiç bir şey yapmıyor. Sadece konuşmasa neyse ama sanki
kurulmuş bir robot gibi.örneğin sofraya oturup yemek yiyeceğiz ."
Hadi Selma sofraya otur!" diyoruz oturuyor. Hadi Selma artık kalkabilirsin
demeden kalkmıyor. Önceleri aldırmadık. Baktık olmadı karşımıza aldık
uzun uzun konuştuk anlattık. Ona evimizin bi kızı oldugunu, evdeki herkes
kadar her şeye hakkı oldugunu... hiçbirisi fayda etmedi. Zamanla öfkelenip
inadını kırmak için bazı taktikler uygulamaya başladık. Sofra hazır olunca
gel otur demedik, aç kaldıgı günler oldu. Yada artık kalkabilirsin demedik
saatlerce sofrada oturdu. Hadi artık uyu demedik , sabaha kadar koltukta
öyle oturdu. Vicdanın yoksa söyleme..."



Onunla yaptığım ilk seans dün gibi aklımda. Hal hareketleri dinlemiyormuş
gibi ama tüm alıcılarını bana cevirdiğini hissettiğim tavırları.



- Biliyormusun ben seni çok sevdim

- .....

- Vallahi çok ciddiyim, çok sevdim.

- ....

- Ne güzel hiç konuşmuyorsun, diğer çocuklar gibi kafamı şişirmiyorsun
.



Gözlerimin içine bakıp gülümsemesini saklamak ister gibi dudaklarını
ısırarak başını salladı.

- Biliyormusun bazen çocukların hayatlarında bazı şeyler yolunda gitmiyor,
benim işimse bunları yoluna koymak. Beni dinlediğini biliyorum . hatta
benimle konustugunu bile hissediyorum. Çocuklar benden yardım isterler,
bende onara

yardım ederim. Bu hep böyle oldu.

- ......

- Ama şu an işler değişti. Sana yardım etmeyi ben istiyorum. Eğer
bana yardım edersen , izin verirsen seni susturan şeyin ne oldugunu bulurum.
Gerçekten... inan bana...izin verirmisin?



Başını salladı!

Evet başını salladı!

- Elimde bazı resimler var, o resimleri cocuklara gösteriyorum onlarda
bana resimlerle ilgili hikayeler anlatıyorlar. Onlar bana hikaye anlatınca
bende onların mutlu olmasını sağlıyorum. Yani bütün sır hikayede. ....
Biliyorum sen konuşmuyorsun. Ama hikaye anlatmak istersen, konustugunu
kimseye söylemem. Bu ikimizin sırrı olur. Anlaştık mı?



Bir süre düşündü. Başını saga sola salladı. Evetle hayır arasında
gidip geliyordu. Birden evet anlamına gelecek şekilde başını salladı.




Karşımdaydı... ben ona resimler gösteriyordum oda bana hikayeler anlatıyordu.
İşimiz bittiğinde ona çok teşekür ettim. Anlattıklarını analiz etmeye
bile gerek yoktu. O kadar saf, o kadar temiz, o kadar kendi hikayesini
anlatmıştı ki...



Selma!nın bilinçaltı karmakarışıktı. İşte Selma'nın analizden geçmesine
bile gerek bırakmayan, halasını dinlerken gözyaslarına boğan, beni analiz
yaparken hıçkırıklara boğan hikayesi...



" Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar bir ülke varmış. Bu ülkede
anne basıyla yaşayan çok mutlu çocuklar varmış. Çocuklar kardeş kardeş
hep oynarlarmış, anne babaları onlara hiç kızmazlarmış.



Bir gün bu çocukların annesi hastalanmış. Çocuklar çok üzülmüş.
Ama kimse çocukların üzüldüğünü anlamamış. Anneyi hep hastaneye
götürmüşler. İlaçlar vermişler.hemde acı acı ilaçlar. Anne, sırf
çocuklarını yalnız bırakmamak için içmiş bütün o acı ilaçları. Çocuklara
hep annelerinin iyileşeceği söylenmiş. Bir gün anneyi eve getirmişler.
Çocuklar anne geldi diye çok mutlu olmuşlar.



Anne hep yatakta yatmaya başlamış.artık cocuklarına yemekler yapmıyormuş.
Çocuklar çok üzülmüşler. Annlerinin yanında oyunlar oynamaya başlamışlar.
Annalerinin yanında niye oynuyorlarmış biliyormusun ? Anneleri eğlensin
diye. Ama babaanneleri hep kızıyormuş onlara. Gürültü yapıp durmayın.
Anneniz zaten sizin yüzünüzden hastalandı diye.çocuklar çok yaramazlık
yaptı diye anne hastalanmış meger. Çocuklar da anne iyileşsin diye onu
eğlendirmek istiyorlarmış ama kimse anlamıyormuş.herkes çocuklarını
azarlayınca anneleri de cok üzülüyormuş..



Birgün anne ölmüş. Herkes ağlamış. Çocuklar annenin neden öldüğünü
anlamış. Yaramazlık yaptılar diye.



Çocuklar evde babalarıyla yaşamaya başlamışlar. Bir gün anane gelip
yemek yaparken, çocuklar gürültü yapmışlar. Anneanne onlara kızmış"
kızım sizin yüzünüzden hasta oldu. Hiç annenizin sözünü dinlemediniz
hasta ettiniz kızımı. Sizin yüzünüzden de öldü. Sözümü dinlemeyip
gürültü yapar, çok konuşursanız beni de öldürüp ortada kalacaksınız.
Kim bakacak size?" demiş.



Bir gün Selma , babasıyla dükkanda oturuyormuş. Ablaları kardeşleri
amcalarına gitmişler.selma babasının yanından ayrılmak istememiş. Hiç
gürültü yapmadan hep babasına yardım ediyormuş. Anneleri çocuklar
evde yokken hastalanmış ya. Babası

yalnız kalır hastalanır diye yalnız bırakmak istemiyormus. Babaları çocuklarını
hiç kızmıyormuş zaten. Gürültü yaptıklarında bile..



Selma dükkanda babasın ayardım etmiş, her yeri mis gibi yapmış. Elleri
de acımış biraz. Radyoyu açmış. Babasının başı ağrımış. Kızım kapat
şunun sesini demiş. Selma duymuş ama duymamazlıktan gelmiş. En sevdiği
müzikler varmış.



Babası biraz sonra eve gitmiş. İlaç alıp gelecekmiş. Gitmiş gelmemiş.
Selmanın hemen aklına anneannesiyle babaannesinin söyledikleri gelmiş.
Annesi zaten cocukların yaramazlıgı yüzünden ölmüştü ya. Selma çok
korkmuş eve çıkmış. Babasını aramış. Odaya girince bi bakmış, babası
bişeyler yapıyor. Selma çok korkmuş. Babası Selmaya git der gibi işaretler
yapmış. Selma gitmemiş. Babası yerde uyumaya başlayınca uyandırmaya
çalışmış. Uyandıramayınca ağlamaya başlayıp komşuları çağırmış.



Sonra ev kalabalık olmuş. Selma kimseye söyleyememiş ama çok üzülmüş..
babası git dediği halde gitmemiş. Yine babasının sözünü dinlememiş.
Eger gitseydi, müziğin sesini açıp babasının başını ağrıtmasaydı babası
ölmeyecekti. Selma'nın

yüzünden öldü.



Sonra akrabalar çocukları paylaşmışlar. Selma ablalarından ayrılmak
istememiş. Küçük kardeşini de çok seviyormuş. Halası yanına gelip"
kızım sen artık benim kızımsın bizimle yaşayacaksın" demiş



Selma çok mutlu olmuş. Öyle mutlu olmuş ki, halasını çok seviyormuş,
istediği zaman kardeşlerime götürüler diye düşünmüş.



Halasının evine gidince artık bunlar benim yeni anne babam demiş kendi
kendine. Ama birden korkmaya başlamış. "Annemle babamı ben öldürdüm.
Yaramazlık yaptım sözlerini dinlemedim. Yeni annemi babamı çok seviyorum.
Ya onlara da bişey

olursa ben ne yaparım.?"



Sonra aklına bişey gelmiş. Gece yatmadan önce yatağının başucuna oturup
dua etmeye başlamş.



"Allahım .. ben çok yaramaz bir kızım. Annem babam benim yüzümden
öldü. Halamlar çok iyi insanlar. Ne olur benim yüzümden onları da
yanına alma. Eğer onları da alırsan ben kimin yanında kalırım? Ne olur
Allahım bana yardım et. Hiç konuşmamam için bana yardım et. Ne zaman
gürültü yapıp söz dinlemesem annem babam ölüyor. Hep susmam için
bana yardım et Allahım. Ne söylerlerse yapacağım, onlar söylemeden hiç
bişey yapmayacağım... ne olur onları benden alma!.."



O günden sonra Selma hiç konuşmamış. Gülmemiş. Eğer gülersem evde
gürültü olur, başları ağrıyıp ölürler diye korkmuş. Hep susmuş.



Hikayesi bitince Selma gözlerimin içine baktı ve ekledi;



"Biliyormusun? Hala her gece dua ediyorum. Allahım nolur konusmayayım.,
konusmamam için bana yardım et! Diye. Bazen çok mutlu oluyorum. O zaman
çok korkuyorum sevinçten çığlık atarım da gürültü olur, annem ölür
diye"



O küçük bedeniyle ne kadar büyük bir görev üstlenmişti.



Kaçımız en konuşkan, en geveze çağımızda kendimizi susturmayı başarabiliriz
ki?



Kaçımız bir dondurma alındıgında bile sevinç çığlıkları atabilecekken,
bu yogun duyguyu bastırıp susmaya devam edebiliriz ki ?



Kaçımız?



Bu kadar sevilmek... bu kadar değer verilmek...

Gercektn cok guzel.. :cry:
kazık kadar kız yine dayanamadım ve ağladım... :cry:

Kullanıcı avatarı
addo
Üye
Üye
Mesajlar: 231
Kayıt: 02 Tem 2006 00:00
Konum: kayıplar şeehrii

Mesaj gönderen addo »

:cry:
bildigim birşey warsa hiç birşey bilmedigimdir.....

Kullanıcı avatarı
addo
Üye
Üye
Mesajlar: 231
Kayıt: 02 Tem 2006 00:00
Konum: kayıplar şeehrii

Mesaj gönderen addo »

Bir Aşk Hikayesi

Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz,minik bir salon.. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece..O kadar yakındılar..
Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda.. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti. Uzun zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini.. Kız servis atarken hemen önünden geçti. Göz göze geldiler.. Kız gülümsedi..
Delikanlı, çok popülerdi o yıllarda.. Kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı.. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. Set değişip, takım karşıya gidince, delikanlı da yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.. Üçüncü sette tekrar eski yerine döndü.. Kız da gidiş gelişleri fark etmişti galiba.. Bir defa daha gülümsedi. Manidar.."anladım" der gibi bir gülümseyişti bu...
Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü.. Pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için..
Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu.. Dahası.. Ankara Koleji'nin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için.. Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı.. Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü.. O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılışı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı. Kız bu defa, iyice gülmüştü.. Karşısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce..
Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı.. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi. Bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu.. O zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü.. Kaptan "tabi" dedi.. "bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız.."

"Mutluluk işte bu olmalı" diye düşündü delikanlı.. "Mutluluk işte bu!.."

Ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı.. Konser gününü de hiç ama hiç unutmadı.. O ne heyecandı öyle.. Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar.. El sıkıştılar.. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı.. Kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yanyana düştüler.İnanamıyordu delikanlı.. Onunla nihayet yanyana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu.. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken –o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya- o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde.. Ama uzatamıyordu işte elini.. Her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki..
Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı..Kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu.. Kızın omzuna değil.. Koltuğun üzerine.. Sonra kız arkaya yaslandı.. Bir kaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu.. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın.. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü.. Konserden çıkarken, kız, şakalaştı.. "Sizi her maçımızda görüyoruz. Alıştık nerdeyse.. Yarın Adana'da da maçımız var.. Gözlerimiz sizi arayacak.."
Hayır, aramayacaktı. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü.. Cebinde onu otobüsle Adana'ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana kebap yedirecek kadar para vardı.. Gece yarısı kalkan otobüse bindi.. Sabah erkenden Adana'ya indi. Maç saatine kadar başı boş dolaştı. Salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu.. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maç falan değildi sebep tabii.. İlk sette kız farkında bile değildi onun.. Nerden olsundu ki.. İkinci sette öbür tarafa gittiler.. Döndüklerinde, ügüncü sette kız fark etti delikanlıyı..Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki.. Ankara'nın hele Kolejde çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu..
Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garaja gitti. Tek kelime konuşmadan.. Konuşmaya gelmemişti ki.. Kız "keşke orada olsaydın" demişti. O da olmuştu işte.. Hepsi o.. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında..
Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe.. Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki.. Bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı.. Öğleden sonrayı zor etti, Kolejin önüne gitmek için.. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. "Bu sana" diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan.. Kız, Necip Fazıl'ın dört satırını okurken..
"Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar...
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar!.."
Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde Kolejin önündeydi gene.. Kız karşıdan geliyordu.. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı.. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya.. Gözlerine inanamadı genç adam.. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa.. Evet, çağırıyordu işte.. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken.. "Sana bir şeyler söylemek istiyorum" dedi kız.. O da heyecanlıydı, belli.. "Bak iyi dinle.. Dünkü satırlar için çok teşekkürler.. Herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. Ve de şu anda, onu terk etmem için bir sebep yok.."
"O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni!" dedi, delikanlı ikiletmeden.. Ayrıldı kızın yanından.. Bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan.. Bir daha onu hiç görmeden..
Yıllarca sonra Levent Yüksel'in söyleyeceği şarkıdaki Sezen Aksu'nun sözlerini o zaman biliyordu sanki. Aşk "onurlu" olmalıydı.. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi.. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi.. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi.. Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, umutsuzlukla bekledi. Bazen öfkeyle bekledi.. Ama bekledi.. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi. Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu.. İki dörtlüktü şiir.. İlki kıza verdiğiydi.. Bir ikinci dörtlük daha vardı orada.. O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı.. Cebine koydu..
Bekleyiş sürüyor, sürüyordu.. Okullar kapandı, açıldı.. Aylar, aylar geçti..Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü.. "Günlerdir seni arıyorum" dedi kız. "Günlerdir seni arıyorum. İşte sana haber.. Artık hayatımda hiç kimse yok!.."
"Yaa" dedi delikanlı.. "Yaa" dedi sadece.. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı: "Yaaa!.."
Cebindeki artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza.. "Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün.." dedi. "Bu da sonu onun..."
Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan.. Kız ikinci dörtlüğü oracıkta okurken..
"Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni.
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar!.."
Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünüyor.. O uzun, çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını? Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı.. O sevgilinin kendisi bile.. Hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani?.. Ya da.. Ya da.. Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp mü gitmişti acaba?
Delikanlı bu soruların cevabını bugün hala bilmiyor.. Bilmediğini de en iyi ben biliyorum.. Çünkü, o delikanlı, bendim!...

Yazar : Hıncal Uluç
bildigim birşey warsa hiç birşey bilmedigimdir.....

Kullanıcı avatarı
rahibe_teresa
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 715
Kayıt: 16 Kas 2005 01:00
Konum: izmiR_

Mesaj gönderen rahibe_teresa »

uzun ama ben okuyunca bi garip olmuştum.. vaktinizi ayırıp siz de okuyun bence..
__

Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra... Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... "senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adam "hayır, ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep... Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, "bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, "mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma" salondaki dolaptan mutfaktaki masaya sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten.... Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan. "ne dersin, bu evi alalım mı?" Dedi adama. "bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..." "sen istersin de ben hiç hayır diyebilir miyim?" Diye yanıt verdi adam. "Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık...." Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..." Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, "senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği... Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, "artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "o, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...." "sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın... Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama kadın, "defol" dedi nefretle... İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu. Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. "lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." Dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi..." Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, "lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem" diyordu... Sırayla okudu; "seni çok sevdim", "seni sevmekten hiç vazgeçmedim", "senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim." "fakat benim için ölmeni istemedim" "şimdi bana söz vermeni istiyorum." "benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" Son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı: "sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım...."
\\ kimdi giden kimdi kalan giden mi suçluduR heR zaman.. //

Kullanıcı avatarı
addo
Üye
Üye
Mesajlar: 231
Kayıt: 02 Tem 2006 00:00
Konum: kayıplar şeehrii

Mesaj gönderen addo »

rahibe_teresa yazdı:uzun ama ben okuyunca bi garip olmuştum.. vaktinizi ayırıp siz de okuyun bence..
__

Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra... Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... "senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adam "hayır, ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep... Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, "bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, "mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma" salondaki dolaptan mutfaktaki masaya sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten.... Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan. "ne dersin, bu evi alalım mı?" Dedi adama. "bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..." "sen istersin de ben hiç hayır diyebilir miyim?" Diye yanıt verdi adam. "Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık...." Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..." Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, "senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği... Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, "artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "o, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...." "sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın... Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama kadın, "defol" dedi nefretle... İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu. Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. "lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." Dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi..." Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, "lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem" diyordu... Sırayla okudu; "seni çok sevdim", "seni sevmekten hiç vazgeçmedim", "senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim." "fakat benim için ölmeni istemedim" "şimdi bana söz vermeni istiyorum." "benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" Son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı: "sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım...."
mükemmel gerçekten
bildigim birşey warsa hiç birşey bilmedigimdir.....

Kullanıcı avatarı
addo
Üye
Üye
Mesajlar: 231
Kayıt: 02 Tem 2006 00:00
Konum: kayıplar şeehrii

Mesaj gönderen addo »

--------------------------------------------------------------------------------

5 Ekim: Bugün var edildim. Buradayım. Varım. Müthiş bir duygu bu. Var olduğumu henüz annem ve babam bilmiyor.

Bir elma çekirdeğinden bile küçüğüm. Ama ne de olsa, ben benim. Varım ya! Bu bana yetiyor. Henüz bedenim belli belirsiz, yüzüm yok ama, varlığımı ve benliğimi hissedebiliyorum. Bir kız olacağım ve baharda çiçekleri seveceğim.

19 Ekim: Biraz büyüdüm. Kımıldamam mümkün değil. Annem henüz farkında değil ama onun kanıyla besleniyorum. Kalbini dolaşıp gelen sımsıcak kan bana geliyor. Beni sevecek bir kalbin kıpırtılarını şimdiden hissediyorum. Annem beni çok sevecek. Annem için güzel bir sürpriz olacağım.

23 Ekim: Hiç göremediğim bir el ağzımı biçimlendirmeye başladı. Dudaklarımda onun dokunuşunu hissediyorum. Bu "el"in dokunduğu yerler dudağım damağım oluyor. Düşünün bir yıl sonra bu elin dokunduğu yerde tebessümler açacak, güleceğim. Dudağımdan ve dilimden sözler dökülecek. Herhalde önce "Anne!" diyeceğim. Anne duyuyor musun beni? Seninle konuşacağım. Sana güleceğim. Kimilerine göre hâlâ daha var değilmişim… Nasıl olur? Varım ve gülücükler sunacak dudaklarım da olmak üzere ya… Hem sonra bir ekmek kırıntısı ne kadar küçük olursa olsun yine ekmektir. Öyle değil mi anneciğim? Ah bir konuşabilsem!

27 Ekim: Bugün pek mutluyum. İçimde tatlı bir kıpırtı başladı. Artık bir kalbim var. Kalbim atmaya başladı. Hayatım boyunca böyle atıp duracak. Sevgilerle dolduracağım kalbimi. Tıpkı anneminki gibi... Annem bedeninde iki kalbin birden atmaya başladığını bilseydi ne kadar sevinirdi! Duyuyor musun anne?

2 Kasım: Her gün biraz daha büyüyorum. Kollarım ve bacaklarım da biçimlenmeye başladı. Hele bir büyüsün kollarım bak nasıl kucaklayacağım seni anneciğim. Şu ayaklarım da tamamlansın da, beraber çiçekli bahçemizde yürürüz. Belki birlikte okula gideriz.

12 Kasım: Ah evet… Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve küçük şeyler. Aman Allah'ım parmaklarım da çıkmaya başladı. Bunlarla çiçek toplayacağım, annemin elini tutacağım, kalem tutacağım. Belki de güzel bir şiir yazacağım. Anneciğim, orada mısın? Ellerimi ellerinin arasına koymak için sabırsızlanıyorum.

20 Kasım: Oh, nihayet.. Annem doktora gitti. Burada olduğumu öğrendi.. Yaşasın! Doktor teyze özel bir cihazla gördü beni. Ultrason diyorlarmış. Resmimi bile çekti. Sevinmiyor musun anneciğim? Seneye kalmaz kollarının arasında olacağım…

25 Kasım: Artık babam da burada olduğumu biliyor. Fakat henüz kız olduğumun farkında değiller. Onlara sürpriz yapacağım..

10 Aralık: Bugün yüzüm tamamlandı. Artık iki güzel gözüm, bir küçük burnum, dudaklarım ve yanağım var… Anneme benziyorum galiba…

13 Aralık: Artık çevreme bakabiliyorum. Etrafım çok karanlık ama olsun. Yine de mutluyum. Yaşıyorum ve varım. Kısa bir süre sonra gün ışığını görebileceğim, renkleri ve çiçekleri tanıyacağım. Rüyamda gördüm. Dünyada gökkuşağı diye bir şey varmış.. Onu çok merak ediyorum.. Anneciğim, babacığım sizin yüzünüzü de göreceğim. Tanışacağız…. Mutlu olacağız. Gülüşeceğiz..

24 Aralık: Kulaklarım daha iyi duyuyor artık. Anneciğim, senin kalbinin seslerini duyuyorum. Benim kalbimin atışlarını da sen duyabiliyor musun? Hatta sesini bile tanıyabiliyorum. Sesin ne kadar tatlı… Hiç duymadığım bir şey bu… Güzel ve sağlıklı bir kız olacağım. Kollarında uyuyacağım, yüzüne bakacağım, o tatlı sesini dinleyeceğim. Benim için ninni de söyleyecek misin anneciğim? Sen de beni özlüyorsundur mutlaka… Beni koklayacaksın.. Çok seveceksin, değil mi?

28 Aralık: Anne burada bir şeyler oluyor. Doktor abla neden mutsuz bakıyor böyle... Sen acı çekiyor gibisin. Kalp seslerin değişti... Sustun. Benimle niye konuşmuyorsun anne? Anne… Anne… Anneciğim… Yüzümde soğuk bir şey hissediyorum. Anne, yüzümü parçalıyorlar... Anne bir şeyler yap… Anne… Kolumu çekiyorlar anne… Canım yanıyor anne... Anne… Ayaklarımı parçalıyor bu şey anne... Beni sana bağlayan damarı kopardılar anne… Anne kalbimi parçalıyorlar… Anneciğim… Anne… Anne… An…
:020
Ah! Kürtajınız ta-mamlandı hanımefendi. Geçmiş olsun !.
_________________
bildigim birşey warsa hiç birşey bilmedigimdir.....

Kullanıcı avatarı
omarylmz
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 325
Kayıt: 13 Eyl 2005 00:00
Konum: istanbul

Mesaj gönderen omarylmz »

10. sınıf Ingilizce dersinde yanımda bir kız oturuyordu onun için
'benim en iyi arkadasım' diyordum... ama ben onun ipek gibi saçlarına
bakıp onun benim olmasını istiyordum... ama o bana benim ona baktıgım
gözle bakmıyordu bunu biliyordum, dersten sonra kalktı ve geçen gün
sınıfta olmadıgı için o günün notlarını istedi ona notları verirken
bana
tesekkür etti ve yanagımdan optu.

Onu sadece arkadas olarak istemedigimi bilmesini istiyordum, onu çok
seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok
utanıyordum...

11. Sınıf

Telefonum çaldı, arayan oydu ve aglıyordu bana askın nasıl kalbini
kırdıgını anlattı, beni evine çagırdı, yalnız kalmak istemedigini
söyledi, bende tabiki gittim, koltuga, onun yanına oturdum, güzel
gözlerine bakmaya basladım ve onun benim olmasını diledim, 2 saat
sonra Drew Barrymore'un bir filmi basladı ve onu izledik filmi
izledikten sonra uyumaya karar verdi, bana hersey için tesekkür etti ve
yanagımdan öptü.

Onu sadece arkadas olarak istemedigimi bilmesini istiyordum, o nu çok
seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok
utanıyordum...

Son sınıf Mezuniyet balosundan birgün önce yanıma geldi ve çıktıgım
çocuk
hasta ve partiye gelemiyecek' dedi, benimde çıktıgim biri yoktu ve 7.
sınıfta birbirimize söz vermistik eger çıktıgımız biri olmazsa
partilere
birlikte gidicektik, 'en iyi arkadas' olarak. Ve partiye birlikte
gittik,
o aksam çok güzeldi, her sey yolunda gitti, partiden sonra onu evine
kapısının önüne kadar bıraktım, kapının önünde ona baktım o da bana o
güzel gözleriyle gülümseyerek baktı. Onun benim olmasını istiyordum...
ama
o bana benim ona baktıgım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, bana
'hayatının en güzel zamanını geçirdigini'
söyledi ve yanagımdan öptü.

Onu sadece arkadas olarak istemedigimi bilmesini istiyordum, onu çok
seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok
utanıyordum...

Günler, haftalar, aylar geçti ve mezuniyet günü geldi çattı... Sürekli
onu
izledim onun mükkemmel vücudunu seyrettim. Diplomasını almak için
sahneye
çıkarken sanki havada süzülen bir melek gibiydi. Onun benim olmasını
istiyordum... ama o bana benim ona baktıgım gözle bakmıyordu bunu
biliyordum. Herkes evine gitmeden önce yanıma geldi ve aglayarak bana
sarıldı sonra basını omzuma koydu ve 'sen benim en iyi
arkadasımsın, tesekkürler' deyip yanagımdan öptü.

Onu sadece arkadas olarak istemedigimi bilmesini istiyordum, onu çok
seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok
utanıyordum...

Aradan yıllar geçti... Bir klisedeyim ve o kızın nikahını izliyorum...
evet artık evleniyordu, onun 'evet, kabul ediyorum' demesini, yeni
hayatına girmesini izledim, baska bir adamla evli olarak. Onun benim
olmasını istiyordum... ama o bana benim ona baktıgım gözle bakmıyordu
bunu
biliyordum. Yeni hayatına girmeden önce yanıma geldi ve 'nikahima
geldin
tesekkürler' deyip yanagımdan öptü.

Onu sadece arkadas olarak istemedigimi bilmesini istiyordum, onu çok
seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok
utanıyordum...

Yıllar çok çabuk geçti; su an benim bir zamanlar en iyi arkadasım olan
kızın tabutuna bakıyorum, esyaları toplanırken lise yıllarında yazdıgı
gunlugu ortaya çıktı... Hemen günlügünü aldım ve günlükte okudugum
satırlar söyleydi...

'Onun gözlerine bakarak onun benim olmasını diledim... ama o bana
benim ona baktıgım gözle bakmıyordu bunu biliyordum.

Onu sadece arkadas olarak istemedigimi bilmesini istiyordum, onu çok
seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok
utanıyordum... Keske bana beni sevdigini söyleseydi...

CAN DUNDAR
the dreams in which im dying are the best ive ever had

dead_or_alive
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 1135
Kayıt: 15 Ağu 2006 00:00
Konum: Tarsus/Mersin

Mesaj gönderen dead_or_alive »

aaaaa :( ...tüh görüyon mu şunların hallerini./(.ama ,ilk ,asla ben olamam, bu kesin.. :010

Kullanıcı avatarı
fanta
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 1316
Kayıt: 18 Eki 2004 00:00
Konum: ...........
İletişim:

Mesaj gönderen fanta »

addo yazdı:--------------------------------------------------------------------------------

5 Ekim: Bugün var edildim. Buradayım. Varım. Müthiş bir duygu bu. Var olduğumu henüz annem ve babam bilmiyor.

Bir elma çekirdeğinden bile küçüğüm. Ama ne de olsa, ben benim. Varım ya! Bu bana yetiyor. Henüz bedenim belli belirsiz, yüzüm yok ama, varlığımı ve benliğimi hissedebiliyorum. Bir kız olacağım ve baharda çiçekleri seveceğim.

19 Ekim: Biraz büyüdüm. Kımıldamam mümkün değil. Annem henüz farkında değil ama onun kanıyla besleniyorum. Kalbini dolaşıp gelen sımsıcak kan bana geliyor. Beni sevecek bir kalbin kıpırtılarını şimdiden hissediyorum. Annem beni çok sevecek. Annem için güzel bir sürpriz olacağım.

23 Ekim: Hiç göremediğim bir el ağzımı biçimlendirmeye başladı. Dudaklarımda onun dokunuşunu hissediyorum. Bu "el"in dokunduğu yerler dudağım damağım oluyor. Düşünün bir yıl sonra bu elin dokunduğu yerde tebessümler açacak, güleceğim. Dudağımdan ve dilimden sözler dökülecek. Herhalde önce "Anne!" diyeceğim. Anne duyuyor musun beni? Seninle konuşacağım. Sana güleceğim. Kimilerine göre hâlâ daha var değilmişim… Nasıl olur? Varım ve gülücükler sunacak dudaklarım da olmak üzere ya… Hem sonra bir ekmek kırıntısı ne kadar küçük olursa olsun yine ekmektir. Öyle değil mi anneciğim? Ah bir konuşabilsem!

27 Ekim: Bugün pek mutluyum. İçimde tatlı bir kıpırtı başladı. Artık bir kalbim var. Kalbim atmaya başladı. Hayatım boyunca böyle atıp duracak. Sevgilerle dolduracağım kalbimi. Tıpkı anneminki gibi... Annem bedeninde iki kalbin birden atmaya başladığını bilseydi ne kadar sevinirdi! Duyuyor musun anne?

2 Kasım: Her gün biraz daha büyüyorum. Kollarım ve bacaklarım da biçimlenmeye başladı. Hele bir büyüsün kollarım bak nasıl kucaklayacağım seni anneciğim. Şu ayaklarım da tamamlansın da, beraber çiçekli bahçemizde yürürüz. Belki birlikte okula gideriz.

12 Kasım: Ah evet… Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve küçük şeyler. Aman Allah'ım parmaklarım da çıkmaya başladı. Bunlarla çiçek toplayacağım, annemin elini tutacağım, kalem tutacağım. Belki de güzel bir şiir yazacağım. Anneciğim, orada mısın? Ellerimi ellerinin arasına koymak için sabırsızlanıyorum.

20 Kasım: Oh, nihayet.. Annem doktora gitti. Burada olduğumu öğrendi.. Yaşasın! Doktor teyze özel bir cihazla gördü beni. Ultrason diyorlarmış. Resmimi bile çekti. Sevinmiyor musun anneciğim? Seneye kalmaz kollarının arasında olacağım…

25 Kasım: Artık babam da burada olduğumu biliyor. Fakat henüz kız olduğumun farkında değiller. Onlara sürpriz yapacağım..

10 Aralık: Bugün yüzüm tamamlandı. Artık iki güzel gözüm, bir küçük burnum, dudaklarım ve yanağım var… Anneme benziyorum galiba…

13 Aralık: Artık çevreme bakabiliyorum. Etrafım çok karanlık ama olsun. Yine de mutluyum. Yaşıyorum ve varım. Kısa bir süre sonra gün ışığını görebileceğim, renkleri ve çiçekleri tanıyacağım. Rüyamda gördüm. Dünyada gökkuşağı diye bir şey varmış.. Onu çok merak ediyorum.. Anneciğim, babacığım sizin yüzünüzü de göreceğim. Tanışacağız…. Mutlu olacağız. Gülüşeceğiz..

24 Aralık: Kulaklarım daha iyi duyuyor artık. Anneciğim, senin kalbinin seslerini duyuyorum. Benim kalbimin atışlarını da sen duyabiliyor musun? Hatta sesini bile tanıyabiliyorum. Sesin ne kadar tatlı… Hiç duymadığım bir şey bu… Güzel ve sağlıklı bir kız olacağım. Kollarında uyuyacağım, yüzüne bakacağım, o tatlı sesini dinleyeceğim. Benim için ninni de söyleyecek misin anneciğim? Sen de beni özlüyorsundur mutlaka… Beni koklayacaksın.. Çok seveceksin, değil mi?

28 Aralık: Anne burada bir şeyler oluyor. Doktor abla neden mutsuz bakıyor böyle... Sen acı çekiyor gibisin. Kalp seslerin değişti... Sustun. Benimle niye konuşmuyorsun anne? Anne… Anne… Anneciğim… Yüzümde soğuk bir şey hissediyorum. Anne, yüzümü parçalıyorlar... Anne bir şeyler yap… Anne… Kolumu çekiyorlar anne… Canım yanıyor anne... Anne… Ayaklarımı parçalıyor bu şey anne... Beni sana bağlayan damarı kopardılar anne… Anne kalbimi parçalıyorlar… Anneciğim… Anne… Anne… An…
:020
Ah! Kürtajınız ta-mamlandı hanımefendi. Geçmiş olsun !.


:cry: içim bi tuhaf oldu :025
_________________
edison bile pişman...

Kullanıcı avatarı
lastgasp
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 450
Kayıt: 08 Ağu 2006 00:00
Konum: ankara

Mesaj gönderen lastgasp »

addo yazdı:--------------------------------------------------------------------------------

5 Ekim: Bugün var edildim. Buradayım. Varım. Müthiş bir duygu bu. Var olduğumu henüz annem ve babam bilmiyor.

Bir elma çekirdeğinden bile küçüğüm. Ama ne de olsa, ben benim. Varım ya! Bu bana yetiyor. Henüz bedenim belli belirsiz, yüzüm yok ama, varlığımı ve benliğimi hissedebiliyorum. Bir kız olacağım ve baharda çiçekleri seveceğim.

19 Ekim: Biraz büyüdüm. Kımıldamam mümkün değil. Annem henüz farkında değil ama onun kanıyla besleniyorum. Kalbini dolaşıp gelen sımsıcak kan bana geliyor. Beni sevecek bir kalbin kıpırtılarını şimdiden hissediyorum. Annem beni çok sevecek. Annem için güzel bir sürpriz olacağım.

23 Ekim: Hiç göremediğim bir el ağzımı biçimlendirmeye başladı. Dudaklarımda onun dokunuşunu hissediyorum. Bu "el"in dokunduğu yerler dudağım damağım oluyor. Düşünün bir yıl sonra bu elin dokunduğu yerde tebessümler açacak, güleceğim. Dudağımdan ve dilimden sözler dökülecek. Herhalde önce "Anne!" diyeceğim. Anne duyuyor musun beni? Seninle konuşacağım. Sana güleceğim. Kimilerine göre hâlâ daha var değilmişim… Nasıl olur? Varım ve gülücükler sunacak dudaklarım da olmak üzere ya… Hem sonra bir ekmek kırıntısı ne kadar küçük olursa olsun yine ekmektir. Öyle değil mi anneciğim? Ah bir konuşabilsem!

27 Ekim: Bugün pek mutluyum. İçimde tatlı bir kıpırtı başladı. Artık bir kalbim var. Kalbim atmaya başladı. Hayatım boyunca böyle atıp duracak. Sevgilerle dolduracağım kalbimi. Tıpkı anneminki gibi... Annem bedeninde iki kalbin birden atmaya başladığını bilseydi ne kadar sevinirdi! Duyuyor musun anne?

2 Kasım: Her gün biraz daha büyüyorum. Kollarım ve bacaklarım da biçimlenmeye başladı. Hele bir büyüsün kollarım bak nasıl kucaklayacağım seni anneciğim. Şu ayaklarım da tamamlansın da, beraber çiçekli bahçemizde yürürüz. Belki birlikte okula gideriz.

12 Kasım: Ah evet… Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve küçük şeyler. Aman Allah'ım parmaklarım da çıkmaya başladı. Bunlarla çiçek toplayacağım, annemin elini tutacağım, kalem tutacağım. Belki de güzel bir şiir yazacağım. Anneciğim, orada mısın? Ellerimi ellerinin arasına koymak için sabırsızlanıyorum.

20 Kasım: Oh, nihayet.. Annem doktora gitti. Burada olduğumu öğrendi.. Yaşasın! Doktor teyze özel bir cihazla gördü beni. Ultrason diyorlarmış. Resmimi bile çekti. Sevinmiyor musun anneciğim? Seneye kalmaz kollarının arasında olacağım…

25 Kasım: Artık babam da burada olduğumu biliyor. Fakat henüz kız olduğumun farkında değiller. Onlara sürpriz yapacağım..

10 Aralık: Bugün yüzüm tamamlandı. Artık iki güzel gözüm, bir küçük burnum, dudaklarım ve yanağım var… Anneme benziyorum galiba…

13 Aralık: Artık çevreme bakabiliyorum. Etrafım çok karanlık ama olsun. Yine de mutluyum. Yaşıyorum ve varım. Kısa bir süre sonra gün ışığını görebileceğim, renkleri ve çiçekleri tanıyacağım. Rüyamda gördüm. Dünyada gökkuşağı diye bir şey varmış.. Onu çok merak ediyorum.. Anneciğim, babacığım sizin yüzünüzü de göreceğim. Tanışacağız…. Mutlu olacağız. Gülüşeceğiz..

24 Aralık: Kulaklarım daha iyi duyuyor artık. Anneciğim, senin kalbinin seslerini duyuyorum. Benim kalbimin atışlarını da sen duyabiliyor musun? Hatta sesini bile tanıyabiliyorum. Sesin ne kadar tatlı… Hiç duymadığım bir şey bu… Güzel ve sağlıklı bir kız olacağım. Kollarında uyuyacağım, yüzüne bakacağım, o tatlı sesini dinleyeceğim. Benim için ninni de söyleyecek misin anneciğim? Sen de beni özlüyorsundur mutlaka… Beni koklayacaksın.. Çok seveceksin, değil mi?

28 Aralık: Anne burada bir şeyler oluyor. Doktor abla neden mutsuz bakıyor böyle... Sen acı çekiyor gibisin. Kalp seslerin değişti... Sustun. Benimle niye konuşmuyorsun anne? Anne… Anne… Anneciğim… Yüzümde soğuk bir şey hissediyorum. Anne, yüzümü parçalıyorlar... Anne bir şeyler yap… Anne… Kolumu çekiyorlar anne… Canım yanıyor anne... Anne… Ayaklarımı parçalıyor bu şey anne... Beni sana bağlayan damarı kopardılar anne… Anne kalbimi parçalıyorlar… Anneciğim… Anne… Anne… An…
:020
Ah! Kürtajınız ta-mamlandı hanımefendi. Geçmiş olsun !.
_________________
:cry:

Kullanıcı avatarı
lastgasp
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 450
Kayıt: 08 Ağu 2006 00:00
Konum: ankara

Mesaj gönderen lastgasp »

omarylmz yazdı:10. sınıf Ingilizce dersinde yanımda bir kız oturuyordu onun için
'benim en iyi arkadasım' diyordum... ama ben onun ipek gibi saçlarına
bakıp onun benim olmasını istiyordum... ama o bana benim ona baktıgım
gözle bakmıyordu bunu biliyordum, dersten sonra kalktı ve geçen gün
sınıfta olmadıgı için o günün notlarını istedi ona notları verirken
bana
tesekkür etti ve yanagımdan optu.

Onu sadece arkadas olarak istemedigimi bilmesini istiyordum, onu çok
seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok
utanıyordum...

11. Sınıf

Telefonum çaldı, arayan oydu ve aglıyordu bana askın nasıl kalbini
kırdıgını anlattı, beni evine çagırdı, yalnız kalmak istemedigini
söyledi, bende tabiki gittim, koltuga, onun yanına oturdum, güzel
gözlerine bakmaya basladım ve onun benim olmasını diledim, 2 saat
sonra Drew Barrymore'un bir filmi basladı ve onu izledik filmi
izledikten sonra uyumaya karar verdi, bana hersey için tesekkür etti ve
yanagımdan öptü.

Onu sadece arkadas olarak istemedigimi bilmesini istiyordum, o nu çok
seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok
utanıyordum...

Son sınıf Mezuniyet balosundan birgün önce yanıma geldi ve çıktıgım
çocuk
hasta ve partiye gelemiyecek' dedi, benimde çıktıgim biri yoktu ve 7.
sınıfta birbirimize söz vermistik eger çıktıgımız biri olmazsa
partilere
birlikte gidicektik, 'en iyi arkadas' olarak. Ve partiye birlikte
gittik,
o aksam çok güzeldi, her sey yolunda gitti, partiden sonra onu evine
kapısının önüne kadar bıraktım, kapının önünde ona baktım o da bana o
güzel gözleriyle gülümseyerek baktı. Onun benim olmasını istiyordum...
ama
o bana benim ona baktıgım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, bana
'hayatının en güzel zamanını geçirdigini'
söyledi ve yanagımdan öptü.

Onu sadece arkadas olarak istemedigimi bilmesini istiyordum, onu çok
seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok
utanıyordum...

Günler, haftalar, aylar geçti ve mezuniyet günü geldi çattı... Sürekli
onu
izledim onun mükkemmel vücudunu seyrettim. Diplomasını almak için
sahneye
çıkarken sanki havada süzülen bir melek gibiydi. Onun benim olmasını
istiyordum... ama o bana benim ona baktıgım gözle bakmıyordu bunu
biliyordum. Herkes evine gitmeden önce yanıma geldi ve aglayarak bana
sarıldı sonra basını omzuma koydu ve 'sen benim en iyi
arkadasımsın, tesekkürler' deyip yanagımdan öptü.

Onu sadece arkadas olarak istemedigimi bilmesini istiyordum, onu çok
seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok
utanıyordum...

Aradan yıllar geçti... Bir klisedeyim ve o kızın nikahını izliyorum...
evet artık evleniyordu, onun 'evet, kabul ediyorum' demesini, yeni
hayatına girmesini izledim, baska bir adamla evli olarak. Onun benim
olmasını istiyordum... ama o bana benim ona baktıgım gözle bakmıyordu
bunu
biliyordum. Yeni hayatına girmeden önce yanıma geldi ve 'nikahima
geldin
tesekkürler' deyip yanagımdan öptü.

Onu sadece arkadas olarak istemedigimi bilmesini istiyordum, onu çok
seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok
utanıyordum...

Yıllar çok çabuk geçti; su an benim bir zamanlar en iyi arkadasım olan
kızın tabutuna bakıyorum, esyaları toplanırken lise yıllarında yazdıgı
gunlugu ortaya çıktı... Hemen günlügünü aldım ve günlükte okudugum
satırlar söyleydi...

'Onun gözlerine bakarak onun benim olmasını diledim... ama o bana
benim ona baktıgım gözle bakmıyordu bunu biliyordum.

Onu sadece arkadas olarak istemedigimi bilmesini istiyordum, onu çok
seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok
utanıyordum... Keske bana beni sevdigini söyleseydi...

CAN DUNDAR
:cry:

Kullanıcı avatarı
kamze
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 362
Kayıt: 05 Eki 2006 00:00
Konum: izMirR

Mesaj gönderen kamze »

sanki bi çeşit ağlama seansı gibi olmuş burası ama ben de ağlamadan edemedim..amaaan zaten en ufak bişeyde gözlerim dolar hemenhay allaam ya..sulugözlüyüm ya of :cry: ya yazılar çok güselmişş.. :(
pencere önü çiçeği

Kullanıcı avatarı
dev!l_O_
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 814
Kayıt: 12 Haz 2006 00:00

Mesaj gönderen dev!l_O_ »

addo yazdı:Bir Aşk Hikayesi

Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz,minik bir salon.. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece..O kadar yakındılar..
Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda.. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti. Uzun zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini.. Kız servis atarken hemen önünden geçti. Göz göze geldiler.. Kız gülümsedi..
Delikanlı, çok popülerdi o yıllarda.. Kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı.. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. Set değişip, takım karşıya gidince, delikanlı da yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.. Üçüncü sette tekrar eski yerine döndü.. Kız da gidiş gelişleri fark etmişti galiba.. Bir defa daha gülümsedi. Manidar.."anladım" der gibi bir gülümseyişti bu...
Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü.. Pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için..
Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu.. Dahası.. Ankara Koleji'nin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için.. Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı.. Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü.. O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılışı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı. Kız bu defa, iyice gülmüştü.. Karşısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce..
Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı.. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi. Bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu.. O zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü.. Kaptan "tabi" dedi.. "bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız.."

"Mutluluk işte bu olmalı" diye düşündü delikanlı.. "Mutluluk işte bu!.."

Ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı.. Konser gününü de hiç ama hiç unutmadı.. O ne heyecandı öyle.. Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar.. El sıkıştılar.. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı.. Kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yanyana düştüler.İnanamıyordu delikanlı.. Onunla nihayet yanyana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu.. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken –o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya- o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde.. Ama uzatamıyordu işte elini.. Her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki..
Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı..Kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu.. Kızın omzuna değil.. Koltuğun üzerine.. Sonra kız arkaya yaslandı.. Bir kaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu.. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın.. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü.. Konserden çıkarken, kız, şakalaştı.. "Sizi her maçımızda görüyoruz. Alıştık nerdeyse.. Yarın Adana'da da maçımız var.. Gözlerimiz sizi arayacak.."
Hayır, aramayacaktı. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü.. Cebinde onu otobüsle Adana'ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana kebap yedirecek kadar para vardı.. Gece yarısı kalkan otobüse bindi.. Sabah erkenden Adana'ya indi. Maç saatine kadar başı boş dolaştı. Salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu.. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maç falan değildi sebep tabii.. İlk sette kız farkında bile değildi onun.. Nerden olsundu ki.. İkinci sette öbür tarafa gittiler.. Döndüklerinde, ügüncü sette kız fark etti delikanlıyı..Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki.. Ankara'nın hele Kolejde çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu..
Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garaja gitti. Tek kelime konuşmadan.. Konuşmaya gelmemişti ki.. Kız "keşke orada olsaydın" demişti. O da olmuştu işte.. Hepsi o.. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında..
Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe.. Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki.. Bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı.. Öğleden sonrayı zor etti, Kolejin önüne gitmek için.. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. "Bu sana" diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan.. Kız, Necip Fazıl'ın dört satırını okurken..
"Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar...
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar!.."
Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde Kolejin önündeydi gene.. Kız karşıdan geliyordu.. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı.. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya.. Gözlerine inanamadı genç adam.. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa.. Evet, çağırıyordu işte.. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken.. "Sana bir şeyler söylemek istiyorum" dedi kız.. O da heyecanlıydı, belli.. "Bak iyi dinle.. Dünkü satırlar için çok teşekkürler.. Herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. Ve de şu anda, onu terk etmem için bir sebep yok.."
"O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni!" dedi, delikanlı ikiletmeden.. Ayrıldı kızın yanından.. Bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan.. Bir daha onu hiç görmeden..
Yıllarca sonra Levent Yüksel'in söyleyeceği şarkıdaki Sezen Aksu'nun sözlerini o zaman biliyordu sanki. Aşk "onurlu" olmalıydı.. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi.. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi.. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi.. Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, umutsuzlukla bekledi. Bazen öfkeyle bekledi.. Ama bekledi.. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi. Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu.. İki dörtlüktü şiir.. İlki kıza verdiğiydi.. Bir ikinci dörtlük daha vardı orada.. O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı.. Cebine koydu..
Bekleyiş sürüyor, sürüyordu.. Okullar kapandı, açıldı.. Aylar, aylar geçti..Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü.. "Günlerdir seni arıyorum" dedi kız. "Günlerdir seni arıyorum. İşte sana haber.. Artık hayatımda hiç kimse yok!.."
"Yaa" dedi delikanlı.. "Yaa" dedi sadece.. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı: "Yaaa!.."
Cebindeki artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza.. "Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün.." dedi. "Bu da sonu onun..."
Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan.. Kız ikinci dörtlüğü oracıkta okurken..
"Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni.
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar!.."
Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünüyor.. O uzun, çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını? Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı.. O sevgilinin kendisi bile.. Hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani?.. Ya da.. Ya da.. Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp mü gitmişti acaba?
Delikanlı bu soruların cevabını bugün hala bilmiyor.. Bilmediğini de en iyi ben biliyorum.. Çünkü, o delikanlı, bendim!...

Yazar : Hıncal Uluç
çok sewerim bunu :( ahh ahh

Kullanıcı avatarı
dev!l_O_
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 814
Kayıt: 12 Haz 2006 00:00

Mesaj gönderen dev!l_O_ »

bunları okuyunca aklıma şu geldi bi zamanlar(hala war mı bilmiyorum) radyo35 de -yanılmıyosam- ömer köroğlunun bi programı wardı orda hep böyle öyküler okurdu ömer köroğlu..lise sonda dinlerdim bi arkadaşım için....hala war mı o program?

Kullanıcı avatarı
kamze
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 362
Kayıt: 05 Eki 2006 00:00
Konum: izMirR

Mesaj gönderen kamze »

dev!l_O_ yazdı:bunları okuyunca aklıma şu geldi bi zamanlar(hala war mı bilmiyorum) radyo35 de -yanılmıyosam- ömer köroğlunun bi programı wardı orda hep böyle öyküler okurdu ömer köroğlu..lise sonda dinlerdim bi arkadaşım için....hala war mı o program?
evet hala var üstelik kendini aşmış durumda..ömerkoroğlu.netti sanırım websitesi..bi bak istersen..
pencere önü çiçeği

dead_or_alive
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 1135
Kayıt: 15 Ağu 2006 00:00
Konum: Tarsus/Mersin

Mesaj gönderen dead_or_alive »

omerkoroglu.net üye ol ölee..

Kullanıcı avatarı
misa
Üye
Üye
Mesajlar: 215
Kayıt: 26 Kas 2006 01:00

Mesaj gönderen misa »

Bir kız ve bir delikanlı bir motosikletin üzerinde 180Km hızla gidiyorlar ve aralarında şöyle bir konuşma geçiyor;

Kız : Lütfen yavaşla,ben korkuyorum

Delikanlı : Hayır, bak ne kadar eğlenceli

Kız : Lütfen, lütfen, çok korkuyorum

Delikanlı : Peki, beni sevdiğini söyle

Kız : SENİ ÇOK SEVİYORUM, lütfen yavaşla


Delikanlı : Şimdi de bana sıkıca sarıl Kız delikanlıya sıkıca sarılır

Delikanlı : Şapkamı alıp, kendine takar mısın? Başımı cok sıktıı

Ertesi gün gazetelerde şöyle bir haber çıktı:

Motorsiklet Kazası; Motorsiklet, fren arızası nedeniyle, bir binaya çarptı. Üzerindeki 2 kişiden sadece biri kurtuldu.

Gerçek ise şöyleydi; Yolun yarısında, delikanlı

frenlerin bozulduğunu anlamış ama bunu kızabelli etmek istememişti.

Bunun yerine, kızdan kendisini sevdiğini söylemesini ıstemış kendısıne

son defa sarılmasını istemişti. Sonra da kendi ölümü

pahasına, kızın başlığı takmasını ve hayatta kalmasını sağlamıştı. İşte

gerçek AŞKIN anlamı da buydu!!!
Önce çizene kadar öleceksin sonra ölene kadar çizeceksin... #buvons mon ami #

Kullanıcı avatarı
MuHoS
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 859
Kayıt: 20 Oca 2006 01:00
Konum: İstanbulls
İletişim:

Mesaj gönderen MuHoS »

hadi beee gerçektenmiiiiii :( :( akşam akşamm oldumu bu şimdiiii
Nerden Bilirdim HaYatın Önce SınAv Yapıp SoNra Ders Verdiğni...

Kullanıcı avatarı
RapunZelle
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 710
Kayıt: 30 Eyl 2006 00:00
Konum: izmir

Mesaj gönderen RapunZelle »

offf süpermiş! gözlerim dolu dolu oldu :(
"...Let me drown within this river, let me drown in this deep silence...

Kullanıcı avatarı
misa
Üye
Üye
Mesajlar: 215
Kayıt: 26 Kas 2006 01:00

Mesaj gönderen misa »

ewt çok kötü bişi bu yüzden sonu kötü film izleyemiorumm bunuda tesadüfen okumuştum malesef :(
Önce çizene kadar öleceksin sonra ölene kadar çizeceksin... #buvons mon ami #

Kullanıcı avatarı
Sadeceucnokta
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 526
Kayıt: 24 Oca 2007 01:00
Konum: İstanbul

Mesaj gönderen Sadeceucnokta »

"...Bir gün kaleye bir soytarı gelir ve kralın yalnız olduğunu görür.
Soytarı basit bir adamdır, o'nun kral olduğunu anlamaz.
Sadece yalnız ve acı içinde bir adam görür. "seni üzen ne, dostum?" diye sorar.
Kral şöyle cevap verir: "boğazım kurudu, su içmeliyim."
Soytarı yatağın yanından bir kap alır, suyla doldurur ve krala verir.
Kral suyu içmeye başlar... Ve yarasının iyileştiğini görür.
Ellerine bakınca ömrü boyunca aradığı kutsal kase'yi görür.
Soytarıya sorar: "en parlak ve cesur adamlarımın bulamadığını nasıl buldun?"
Soytarı cevap verir: "bilmiyorum, tek bildiğim senin susadığındı."
Eskidendi, eskidendi, çok eskiden...

YOK_snm
Üye
Üye
Mesajlar: 134
Kayıt: 19 Oca 2006 01:00
Konum: İstanbul

Mesaj gönderen YOK_snm »

uzun olcak biraz ama bence okunmaya değer...


(yaşanmış olaydır)

Kalbimin hiç tanımadığı duyguları daha yeni yeni hissetmeye başladığı dönemlerdi,çevremde bir sürü erkek ve kız arkadaşlarım vardı,ama bi gariplik vardı,mutlu değildim sanki aradığım başka birşeydi,her akşam eve gelir odama çekilir ağlardım,noluyordu bana anlayamıyordum,birgün yine arkadaşlarla beraberdim,beraberdim derken nasıl bi beraberlik,onlar bi araya toplanır gülüp eğlenirlerken bense bi kenara çekilip içimdeki fırtınaları dinliyordum her zamanki gibi,artık arkadaşlarımda alışmıştı bu durumuma,yanıma gelip oturduğunu hiç farketmemişim,taki sanki çok derinlerden gelen bi SELAM sesini duyana kadar,selam dedim bende,neden yalnız oturuyosun dedi,bilmiyorum dedim,kimse seni anlamıyor,hatta kendin bile kendini anlamıyorsun değilmi dedi,evet dedim,bende bu yüzden yanına geldim zaten dedi,bende aynı durumdayım,seni arkadaşlarından ayrı derin düşüncelere dalmış görünce işte benim gibi biri daha dedim,
ve ilk defa onun yüzüne baktım,o anda kalbim durdu sanki,donup
kalmıştım,ne zaman ayrıldık eve nasıl geldim bilmiyorum,o gün sürekli onu düşündüm,sanki aradığım şey buydu hissedebiliyordum bunu,
o günden sonra hergün buluşmaya başladık,evleri iki mahalle kadar uzaktaydı,bizim mahallede akrabaları vardı,ilk tanıştığımız gün onlara gelmişler,böylece aylar geçti,artık ailelerimizde biliyordu,ya ben onlara gidiyordum yada o bize geliyordu,yani her günümüzü birlikte geçiriyorduk,
ama ikimizinde anlayamadığı birşeyler vardı,birbirimizi çok seviyorduk,görmeden yapamıyorduk,arkadaşlık değildi bu,çünki diğer arkadaşlarımızıda seviyorduk,bu çok farklı bişeydi,kimseyede soramıyorduk,nasıl soralımki,biz bile bilmiyorduk ne olduğunu,bu çok yoğun duyguların etkisiyle bazen mutluluktan bulutlara kadar çıkıyorduk,bazende o küçücük kalplerimize sığdıramadığımız ve bi türlü anlamadığımız hisler dünyasında sebepsiz yere ağlıyor gözyaşlarımızı birbirimize hediye ediyorduk,,belki size saçma gelicek ama birbirimizi ilk gördüğümüz günü anlatmıştım,ondan sonraki ilk buluşmamızda biraz konuştuktan sonra bi ara gözgöze gelmiştik,ve daha ne olduğunu anlamadan ikimizde sebepsiz yere birden ağlamaya başlamıştık,hemde ne ağlama sanki hiç bitmeyecek gibiydi göz yaşlarımız,işte o günden sonra bir daha biribirimizin yüzüne uzun süre bakamadık,hatta çoğu zaman sırtlarımız birbirimize dönük otururduk,bi gören olsa bize gülerdi heralde,ama elimizde değildiki bakamıyorduk işte,
ama ne olursa olsun çok mutluyduk,artık ne güneşin doğuşunun,ne çiçeklerin kokusunun,nede kuşların aşk şarkılarının farkındaydık,biz birbirimizde kaybolmuştuk,taki bi akşam bizim evin zili uzun uzun çalana kadar,kapıyı annem açtı,gelen onun teyzesinin kızıydı,anneme bişeyler söyledi,annemde hemen babamla bişiyler konuşup,banada sen evden ayrılma biz hemen geliyoruz diyerek aceleyle çıktılar,bende hemen arkalarından çıktım,hava kararmıştı,beni görmesinler diye onları uzaktan takip ettim,biraz gittikten sonra bizim evin biraz ilerisinde bi market vardı,orada bi kalabalık gördüm,oraya gidiyorlardı,biraz daha yaklaşınca babam koşmaya başladı,yerde yatan biri vardı,bende biraz daha yaklaştım,babam yerde yatan kişiyi kucağına almıştı,bikaç adım daha yaklaştım ve kalbime binlerce ok birden saplandı sanki,yerde yatan benim meleğimdi,oda beni gördü,eliyle bana gelme diye işaret yaptı,ve bana bişeyler söylemek için ağzını açtığında,ağzından kan boşaldığını gördüm,yanına gittim,o güzel başını babamın kucağından kendi kucağıma aldım,hafifçe gülümsedi ve bak dedi napmışsın yeni gömleğine,onun kanına bulanmış gömleğimi göstererek,iki hafta önce doğum günümde o almıştı,ve birden başını karanlıkta benim seçemediğim kazanın olduğu bi yere çevirip tüh yaa dedi,ne demek istediğini anlamamıştım,başını tekrar çevirdiğimde ölmüştü,ondan sonrasını hatırlamıyorum,gözümü evde açtım,orada bayılmışım,beni doktora götürmüşler sakinleştirici filan yapmışlar,uzun süre baygın halde yatmışım,
kendime gelir gelmez ağlamaya başladım,kimse müdahale etmedi,doktor ağlarsa müdahale etmeyin demiş,tekrar kendimden geçene kadar ağlamışım,ondan sonraki günlerde gözyaşım hiç dinmedi,aradan iki ay filan geçmişti,birgün anneme onlara gitmek istediğimi söyledim,annem önce kabul etmedi ama yalvarmalarıma dayanamayıp bi şartla kabul etti,gideriz ama orada ağlayıp annesini üzmeyeceğine söz verirsen dedi,bende söz verdim ve gittik,bi süre oturduk ama ben kendimi zor tutuyordum ağlamamak için,bak oğlum dedi annesi,biribirinizi ne kadar çok sevdiğinizi hepimiz biliyoruz,ne kadar üzüldüğünüde biliyorum ama senden bir ricam var dedi,kızım son nefesini senin kucağında vermiş,bana son anlarını anlatmanı istiyorum dedi,şaşırdım,nasıl anlatabilirdimki,anneme baktım boynunu büktü,bende onu üzmeyecek şekilde anlattım,ama bi ara karanlıkta bi yere bakıp tüh yaa dediğini anlamadığımı söyleyince,annesi bana sarılıp öyle bi ağlamaya başladıki,bende zaten zor tutuyordum kendimi,ikimizde uzun süre ağladık,
biraz sakinleştikten sonra,artık bu dünyada yaşamam için hiç bir sebebin kalmadığına karar vermeme sebep olan şeyi anlattı,
ogün annesi evlerinde benim çok sevdiğim bir yemeği yapmış,anne demiş bu yemeği ayhan çok sever,bizim yiyeceğimiz kadarını ver ben ayhanlara gidip onunla beraber yiyeceğim demiş,anneside yalnız göndermemek için yakınlarında oturan teyzesinin kızıyla bize göndermiş,yolda gelirlerken teyzesinin kızı,sen biraz bekle bende marketten içecek birşeyler alayım demiş,kaldırımda beklerken bi araba vurup kaçmış,bize yakın oldukları için teyzesinin kızı hemen bize haber vermeye gelmiş o akşam,ve o karanlığa bakıpta tüh yaa dediği şeyde,bana getirdiği yemeklerin dökülmüş olmasına üzüldüğü içinmiş,son anlarını yaşayan birisinin canından daha çok bana getirdiği yemeklerin dökülmüş olmasına üzülecek kadar seven bir kalp varmıdır daha şu lanet dünyada,başkasını sevebilirmiyim artık,aşık olabilirmiyim başkasına,tahammül edebilirmiyim artık saçma sapan şeylerin adını aşk koymalarına,bizim yaşadıklarımız bilemesekte gerçek aşktı,bunu şimdi biliyorum, ama o bilmiyor,birgün birbirimize bir söz vermiştik,hangimiz önce ölürsek diğerimizi cennetin kapısında bekleyecekti,şimdi bende bilmeden yaşadığımız o tarif edilmez duygunun gerçek aşk olduğunu,o aşkı sonsuza kadar yaşayacağımız cennetin kapısında beni bekleyen meleğime anlatmak için,gelmesi için hergün yalvarıp dua ettiğim beni ona kavuşturacak kişiyi bekliyorum,AZRAİLİ

O ÖLDÜKTEN SONRA

bu gün hafta sonu,aşkımla buluşacağız,en güzel elbiselerimi giymeliyim,hangi gömleği giysem acaba,yanakları gibi kırmızı olanımı yoksa gözleri gibi kapkara olanımı,yada kazanın olduğu gün kanıyla üzerine çiçekler yaptığı gömleğimi,ne kazası ne kanı yaa nerden çıktı şimdi offf,ben en iyisi son buluşmamızda başını omuzuma koyduğu o kokan gömleği giyeyim,evet evet bu daha iyi,anne ben çıkıyorum,onamı,
tabiki anne yaa,her hafta sonu kiminle buluşurum ben,iyide neden ağlıyosunki,şimdi gidip annesindende izin almalıyım,günaydın müsade ederseniz kızınızla gezicez biraz,tabi oğlum,ona iyi bak olurmu,bak buda ağlıyor,noluyo bunlara anlamıyorum,koşar adımlarla gidiyorum aşkıma,bu yolda ne kadar uzun,her zamanki gibi bekçi amca karşılıyo beni,hoşgeldin oğlum,oda seni bekliyodu,biliyorum,günaydın aşkım ben geldim,bak hala yatıyo,hemde bembeyaz gelinliğiyle,yanaklarına küçük bir öpücük kondurup uyandırıyorum onu,her zamanki gibi toprak kokuyor meleğim,
uzatıyor kollarını yattığı yerden,tutuyorum ellerinden,tüy kadar hafif,ne kadarda güzel meleğim benim,hoşçakal bekçi amca,bak koskoca adamda ağlıyo,iyi eğlenin olurmu diyor kirli sakallarından süzülen yaşları silerek,
onun en sevdiği yerleri geziyoruz elele,allahım onunla olunca o kadar mutluyumki,bi ara yine gözgöze geliyoruz,bakmamalıydık,yine ağlıycaz,ne kadar ağladığımızı akşam ezanını duyunca anlıyorum,işte bu günde bitti,gitmeliyiz,bekçi amca kızar sonra,hoşgeldiniz iyi eğlendinizmi bari,neler yaptınız bakalım,ağladık akşama kadar,her zamanki gibi ha,evet,hadi meleğim sen şimdi yat,ben haftaya yine gelirim,,birgün diyorum,birgün bende bembeyaz damatlıklarımı giyip geleceğim yanına,kapkara gözlerini açarak yalvarırcasına,çabuk gel olurmu diyor,yakında meleğim çok yakında,biliyorum şimdi iyi geceler öpücüğüm olmadan uyuyamaz bi tanem,yanaklarına bi öpücük konduruyorum,yine o toprak kokusu,geldim anne,hoşgeldin oğlum,ÖLDÜR BENİ ANNE BENDE TOPRAK KOKMAK İSTİYORUM...!!

alıntıdır....
did I punish you for dreaming?

Cevapla