Okuyup çok etkilendiğiniz hikayeler

Genel konular
Kullanıcı avatarı
daNte
Üye
Üye
Mesajlar: 58
Kayıt: 18 Şub 2007 01:00
Konum: Istanbul

Mesaj gönderen daNte »

misa yazdı:Bir kız ve bir delikanlı bir motosikletin üzerinde 180Km hızla gidiyorlar ve aralarında şöyle bir konuşma geçiyor;

Kız : Lütfen yavaşla,ben korkuyorum

Delikanlı : Hayır, bak ne kadar eğlenceli

Kız : Lütfen, lütfen, çok korkuyorum

Delikanlı : Peki, beni sevdiğini söyle

Kız : SENİ ÇOK SEVİYORUM, lütfen yavaşla


Delikanlı : Şimdi de bana sıkıca sarıl Kız delikanlıya sıkıca sarılır

Delikanlı : Şapkamı alıp, kendine takar mısın? Başımı cok sıktıı

Ertesi gün gazetelerde şöyle bir haber çıktı:

Motorsiklet Kazası; Motorsiklet, fren arızası nedeniyle, bir binaya çarptı. Üzerindeki 2 kişiden sadece biri kurtuldu.

Gerçek ise şöyleydi; Yolun yarısında, delikanlı

frenlerin bozulduğunu anlamış ama bunu kızabelli etmek istememişti.

Bunun yerine, kızdan kendisini sevdiğini söylemesini ıstemış kendısıne

son defa sarılmasını istemişti. Sonra da kendi ölümü

pahasına, kızın başlığı takmasını ve hayatta kalmasını sağlamıştı. İşte

gerçek AŞKIN anlamı da buydu!!!
Evet bu hikayeyi okuduğumda ilk bende çok etkilenmiştim ancak daha sonra durdum ve düşündüm...

Çocuk kızın hayatına kendi hayatını feda etti... Acaba kız onu bu kadar çok seviyormuydu? Yada eğer kız onu bu kadar seviyorsa neden feda etti bu kız hayatta iken her zaman o anı hatırlayıp hayatını bir zindana çevirmezmi? :-D Hadi diyelim bu şekilde olmadı. Bu seferde çocuk pisi pisine ölmüş oluyor. Yukarı türüksen bıyık aşşağı tükürsen sakal misali : ) Kimse için ölme! :P :015
Ne İsteyeceğini Düşünme! Ne İsteyeceğini Bil!

Kullanıcı avatarı
addo
Üye
Üye
Mesajlar: 231
Kayıt: 02 Tem 2006 00:00
Konum: kayıplar şeehrii

Mesaj gönderen addo »

YOK_snm yazdı:uzun olcak biraz ama bence okunmaya değer...


(yaşanmış olaydır)

Kalbimin hiç tanımadığı duyguları daha yeni yeni hissetmeye başladığı dönemlerdi,çevremde bir sürü erkek ve kız arkadaşlarım vardı,ama bi gariplik vardı,mutlu değildim sanki aradığım başka birşeydi,her akşam eve gelir odama çekilir ağlardım,noluyordu bana anlayamıyordum,birgün yine arkadaşlarla beraberdim,beraberdim derken nasıl bi beraberlik,onlar bi araya toplanır gülüp eğlenirlerken bense bi kenara çekilip içimdeki fırtınaları dinliyordum her zamanki gibi,artık arkadaşlarımda alışmıştı bu durumuma,yanıma gelip oturduğunu hiç farketmemişim,taki sanki çok derinlerden gelen bi SELAM sesini duyana kadar,selam dedim bende,neden yalnız oturuyosun dedi,bilmiyorum dedim,kimse seni anlamıyor,hatta kendin bile kendini anlamıyorsun değilmi dedi,evet dedim,bende bu yüzden yanına geldim zaten dedi,bende aynı durumdayım,seni arkadaşlarından ayrı derin düşüncelere dalmış görünce işte benim gibi biri daha dedim,
ve ilk defa onun yüzüne baktım,o anda kalbim durdu sanki,donup
kalmıştım,ne zaman ayrıldık eve nasıl geldim bilmiyorum,o gün sürekli onu düşündüm,sanki aradığım şey buydu hissedebiliyordum bunu,
o günden sonra hergün buluşmaya başladık,evleri iki mahalle kadar uzaktaydı,bizim mahallede akrabaları vardı,ilk tanıştığımız gün onlara gelmişler,böylece aylar geçti,artık ailelerimizde biliyordu,ya ben onlara gidiyordum yada o bize geliyordu,yani her günümüzü birlikte geçiriyorduk,
ama ikimizinde anlayamadığı birşeyler vardı,birbirimizi çok seviyorduk,görmeden yapamıyorduk,arkadaşlık değildi bu,çünki diğer arkadaşlarımızıda seviyorduk,bu çok farklı bişeydi,kimseyede soramıyorduk,nasıl soralımki,biz bile bilmiyorduk ne olduğunu,bu çok yoğun duyguların etkisiyle bazen mutluluktan bulutlara kadar çıkıyorduk,bazende o küçücük kalplerimize sığdıramadığımız ve bi türlü anlamadığımız hisler dünyasında sebepsiz yere ağlıyor gözyaşlarımızı birbirimize hediye ediyorduk,,belki size saçma gelicek ama birbirimizi ilk gördüğümüz günü anlatmıştım,ondan sonraki ilk buluşmamızda biraz konuştuktan sonra bi ara gözgöze gelmiştik,ve daha ne olduğunu anlamadan ikimizde sebepsiz yere birden ağlamaya başlamıştık,hemde ne ağlama sanki hiç bitmeyecek gibiydi göz yaşlarımız,işte o günden sonra bir daha biribirimizin yüzüne uzun süre bakamadık,hatta çoğu zaman sırtlarımız birbirimize dönük otururduk,bi gören olsa bize gülerdi heralde,ama elimizde değildiki bakamıyorduk işte,
ama ne olursa olsun çok mutluyduk,artık ne güneşin doğuşunun,ne çiçeklerin kokusunun,nede kuşların aşk şarkılarının farkındaydık,biz birbirimizde kaybolmuştuk,taki bi akşam bizim evin zili uzun uzun çalana kadar,kapıyı annem açtı,gelen onun teyzesinin kızıydı,anneme bişeyler söyledi,annemde hemen babamla bişiyler konuşup,banada sen evden ayrılma biz hemen geliyoruz diyerek aceleyle çıktılar,bende hemen arkalarından çıktım,hava kararmıştı,beni görmesinler diye onları uzaktan takip ettim,biraz gittikten sonra bizim evin biraz ilerisinde bi market vardı,orada bi kalabalık gördüm,oraya gidiyorlardı,biraz daha yaklaşınca babam koşmaya başladı,yerde yatan biri vardı,bende biraz daha yaklaştım,babam yerde yatan kişiyi kucağına almıştı,bikaç adım daha yaklaştım ve kalbime binlerce ok birden saplandı sanki,yerde yatan benim meleğimdi,oda beni gördü,eliyle bana gelme diye işaret yaptı,ve bana bişeyler söylemek için ağzını açtığında,ağzından kan boşaldığını gördüm,yanına gittim,o güzel başını babamın kucağından kendi kucağıma aldım,hafifçe gülümsedi ve bak dedi napmışsın yeni gömleğine,onun kanına bulanmış gömleğimi göstererek,iki hafta önce doğum günümde o almıştı,ve birden başını karanlıkta benim seçemediğim kazanın olduğu bi yere çevirip tüh yaa dedi,ne demek istediğini anlamamıştım,başını tekrar çevirdiğimde ölmüştü,ondan sonrasını hatırlamıyorum,gözümü evde açtım,orada bayılmışım,beni doktora götürmüşler sakinleştirici filan yapmışlar,uzun süre baygın halde yatmışım,
kendime gelir gelmez ağlamaya başladım,kimse müdahale etmedi,doktor ağlarsa müdahale etmeyin demiş,tekrar kendimden geçene kadar ağlamışım,ondan sonraki günlerde gözyaşım hiç dinmedi,aradan iki ay filan geçmişti,birgün anneme onlara gitmek istediğimi söyledim,annem önce kabul etmedi ama yalvarmalarıma dayanamayıp bi şartla kabul etti,gideriz ama orada ağlayıp annesini üzmeyeceğine söz verirsen dedi,bende söz verdim ve gittik,bi süre oturduk ama ben kendimi zor tutuyordum ağlamamak için,bak oğlum dedi annesi,biribirinizi ne kadar çok sevdiğinizi hepimiz biliyoruz,ne kadar üzüldüğünüde biliyorum ama senden bir ricam var dedi,kızım son nefesini senin kucağında vermiş,bana son anlarını anlatmanı istiyorum dedi,şaşırdım,nasıl anlatabilirdimki,anneme baktım boynunu büktü,bende onu üzmeyecek şekilde anlattım,ama bi ara karanlıkta bi yere bakıp tüh yaa dediğini anlamadığımı söyleyince,annesi bana sarılıp öyle bi ağlamaya başladıki,bende zaten zor tutuyordum kendimi,ikimizde uzun süre ağladık,
biraz sakinleştikten sonra,artık bu dünyada yaşamam için hiç bir sebebin kalmadığına karar vermeme sebep olan şeyi anlattı,
ogün annesi evlerinde benim çok sevdiğim bir yemeği yapmış,anne demiş bu yemeği ayhan çok sever,bizim yiyeceğimiz kadarını ver ben ayhanlara gidip onunla beraber yiyeceğim demiş,anneside yalnız göndermemek için yakınlarında oturan teyzesinin kızıyla bize göndermiş,yolda gelirlerken teyzesinin kızı,sen biraz bekle bende marketten içecek birşeyler alayım demiş,kaldırımda beklerken bi araba vurup kaçmış,bize yakın oldukları için teyzesinin kızı hemen bize haber vermeye gelmiş o akşam,ve o karanlığa bakıpta tüh yaa dediği şeyde,bana getirdiği yemeklerin dökülmüş olmasına üzüldüğü içinmiş,son anlarını yaşayan birisinin canından daha çok bana getirdiği yemeklerin dökülmüş olmasına üzülecek kadar seven bir kalp varmıdır daha şu lanet dünyada,başkasını sevebilirmiyim artık,aşık olabilirmiyim başkasına,tahammül edebilirmiyim artık saçma sapan şeylerin adını aşk koymalarına,bizim yaşadıklarımız bilemesekte gerçek aşktı,bunu şimdi biliyorum, ama o bilmiyor,birgün birbirimize bir söz vermiştik,hangimiz önce ölürsek diğerimizi cennetin kapısında bekleyecekti,şimdi bende bilmeden yaşadığımız o tarif edilmez duygunun gerçek aşk olduğunu,o aşkı sonsuza kadar yaşayacağımız cennetin kapısında beni bekleyen meleğime anlatmak için,gelmesi için hergün yalvarıp dua ettiğim beni ona kavuşturacak kişiyi bekliyorum,AZRAİLİ

O ÖLDÜKTEN SONRA

bu gün hafta sonu,aşkımla buluşacağız,en güzel elbiselerimi giymeliyim,hangi gömleği giysem acaba,yanakları gibi kırmızı olanımı yoksa gözleri gibi kapkara olanımı,yada kazanın olduğu gün kanıyla üzerine çiçekler yaptığı gömleğimi,ne kazası ne kanı yaa nerden çıktı şimdi offf,ben en iyisi son buluşmamızda başını omuzuma koyduğu o kokan gömleği giyeyim,evet evet bu daha iyi,anne ben çıkıyorum,onamı,
tabiki anne yaa,her hafta sonu kiminle buluşurum ben,iyide neden ağlıyosunki,şimdi gidip annesindende izin almalıyım,günaydın müsade ederseniz kızınızla gezicez biraz,tabi oğlum,ona iyi bak olurmu,bak buda ağlıyor,noluyo bunlara anlamıyorum,koşar adımlarla gidiyorum aşkıma,bu yolda ne kadar uzun,her zamanki gibi bekçi amca karşılıyo beni,hoşgeldin oğlum,oda seni bekliyodu,biliyorum,günaydın aşkım ben geldim,bak hala yatıyo,hemde bembeyaz gelinliğiyle,yanaklarına küçük bir öpücük kondurup uyandırıyorum onu,her zamanki gibi toprak kokuyor meleğim,
uzatıyor kollarını yattığı yerden,tutuyorum ellerinden,tüy kadar hafif,ne kadarda güzel meleğim benim,hoşçakal bekçi amca,bak koskoca adamda ağlıyo,iyi eğlenin olurmu diyor kirli sakallarından süzülen yaşları silerek,
onun en sevdiği yerleri geziyoruz elele,allahım onunla olunca o kadar mutluyumki,bi ara yine gözgöze geliyoruz,bakmamalıydık,yine ağlıycaz,ne kadar ağladığımızı akşam ezanını duyunca anlıyorum,işte bu günde bitti,gitmeliyiz,bekçi amca kızar sonra,hoşgeldiniz iyi eğlendinizmi bari,neler yaptınız bakalım,ağladık akşama kadar,her zamanki gibi ha,evet,hadi meleğim sen şimdi yat,ben haftaya yine gelirim,,birgün diyorum,birgün bende bembeyaz damatlıklarımı giyip geleceğim yanına,kapkara gözlerini açarak yalvarırcasına,çabuk gel olurmu diyor,yakında meleğim çok yakında,biliyorum şimdi iyi geceler öpücüğüm olmadan uyuyamaz bi tanem,yanaklarına bi öpücük konduruyorum,yine o toprak kokusu,geldim anne,hoşgeldin oğlum,ÖLDÜR BENİ ANNE BENDE TOPRAK KOKMAK İSTİYORUM...!!

alıntıdır....
:cry: çoook güsel yaaa:(:(
bildigim birşey warsa hiç birşey bilmedigimdir.....

Kullanıcı avatarı
nodoubt_16
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 610
Kayıt: 12 Şub 2006 01:00
Konum: konya

Mesaj gönderen nodoubt_16 »

Arkadaşlık
ßir zamanLar çok iyi 2 arkadaş varmış.ßirinin adı aLi ößürünün adı ahmet'miş çocukLukLarından beri beraber büyümüşLer yedikLeri içtikLeri ayrı gitmiyormuş.aLinin aiLesinin durumu zengin deniLicek kadar iyiymiş ahmetLerde fakir denicek kadar kötüymüş.ßir zaman sonra ahmet bir kıza aşık oLmuş çok seviyormuş evLenmeyi düşünüyormuş.aLi ßirgün ahmet senin kız arkadaşından çok hoşLandım onunLa evLenmek istiyormuş demiş ,ahmet aLi iLe çok iyi arkadaş oLduğu için senin kadar değerLimi taßi demiş. aLi kızLa evLenmiş ve ßaya ßir süre ahmetLe aLi görüşememiş.ahmet ßir zaman sonra ßaşka kızLa tanışmış ve evLenecekmiş ama evLenicek parası yokmuş akLına aLi'den ßorç para aLmak geLmiş,gitmiş aLinin yanIna aLi demiş ßen evLenicem bana biraz borç para verirmisin.aLi kusura bakma demiş ahmet borç para veremem. ahmet çok şaşırmış ve sinirLenmiş ahmet onun için sevgiLisini vermişti YedikLeri içtikLeri ayrı gitmiyordu. ahmet sinirLi sinirLi eve gidiyormuş cebine bakmış son parasıyLa sigaramı aLıyım yoksa yoL parası verip eve minübüsLemi diye düşünüyormuş.Yanına yaşLı bir adam geLmiş.EvLadım karnım aç bana bir ekmek aLırmısın demiş ahmet düşünmüş düşünmüş adama ekmeği aLmış adam ahmet'e yaptığını sana fazLasıyLa ödüyeceğim demiş ve 2ay sonra aynı adam ahmetLerin eve geLlip ahmete çok büyük bir miktar para vermiş.ahmet'de artık aLi kadar zengindi ve düğün davetiyeLerini hazırLarken annesi ahmet'e -Ahmet senin bir zamanLar aLi diye çok iyi arkadaşın vardı onuda çağırsana demiş Ahmet'de tabi anne çağırırım demiş ve davetiyeyi göndermiş.Düğün günü aLi düğüne geLmiş takıLar takıLdıktan sonra ahmet mikrofonu aLmış ve
-Bir zamanLar çok iyi bir arkadaşım vardı adı aLi çocukLuktan beri yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi canım gibi severdim benden sevgiLimi istedi gözümü kırpmadan verdim ama kendisinden bOrç para istedim beni geri çevirdi Kendisine çok Teşekkür ediyorum. demiş..ahmet'den sonra ali almış mikrofonu eLine
-bir zamanLar ahmet diye çok iyi arkadaşım vardı yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi.SevgiLisi orospuydu adı çıkMasın diye ben evLendim borç para istedi gurur meseLesi yapar diye vermedim.Babamı ayağına gönderip servetimi verdim.DüşünceLerinden doLayı kendisine çok teşekkür ediyorum.
Korkma Hadi Konuş Anlat Niye Sustun En Son Sen Tutuştun Nefretle Beni Bekle Karanlığım Uyanmadan Beni Uyut...

Kullanıcı avatarı
wereyda
Üye
Üye
Mesajlar: 3
Kayıt: 24 Ağu 2007 00:00

Mesaj gönderen wereyda »

Öpücük Balığı..

Kullanıcı avatarı
nepse
Üye
Üye
Mesajlar: 164
Kayıt: 29 Tem 2007 00:00
İletişim:

Mesaj gönderen nepse »

"SON IŞIK GİTTİĞİNDE, OH BE!" DEDİ:"KORKMAK DAHA ZORMUŞ..."
Bir gün duyamayacağınızı öğrenirseniz ne yaparsınız? Ya göremeyeceğinizi? O, önce sesleri kaybetti ardından görüntüleri. Yaklaşık 3 yıl boyunca bir taraftan sessiz bir dünyaya alışmaya çalıştı, bir taraftan da kör olma korkusuyla yaşadı. Kendi deyimiyle gözündeki son ışık gittiğinde "Oh be!" dedi: "Korkmak daha zormuş." 29 yaşındaki Murat Kefeli'nin öyküsü sadece basit bir hayata tutunuş öyküsü değil. Onun hikâyesi sessizliğin ve karanlığın içinde "Varım ben, yaşıyorum" diyen bir çığlıkla başlıyor.

Çığlık kelimelere, kelimeler kitaba dönüşüyor. Murat Kefeli "Anne neden ben" ismini verdiği kitabın son sözünde şöyle yazıyor. "Kimseye kızgın değilim. Ne yaşamımdan üç buçuk yıl çalan profesöre, ne arada gittiğim nöroloji doktorlarına ne de aldatanlara, terk edip gidenlere. Filmi durdurup geriye sarma şansınızın olmadığı bir oyun oynuyoruz sahnede. Ve perdenin ne zaman ineceği ya da ne zaman tekrar açılacağını kontrol etmek gibi şansınız da bulunmuyor. İstemek yeter genelde. Bazen ise yetmiyor. İsteseniz de yapamayacağınız bir sürü şeyin arkasından bakmak yerine yapabildiklerinizi önünüze koymak akıllıcası."

6 AY ODASINDAN ÇIKMADI

Murat Kefeli ile kör olduktan sonra 6 ay kendini hapsettiği odasından çıkmaya karar verdiği zaman buluştuk. Röportaja giderken fotoğrafçı Kutup Dalgakıran ile "Nasıl bir hayattır bu?" diye konuşuyorduk. Kutup "Düşünsene" dedi: "Aynen mezara girmek gibi. İnsan nasıl yaşar ki?" Murat ile tanışana kadar aynı şeyi düşünüyordum. Yaşadıklarına rağmen hâlâ beni güldürmeye çalışan, fıkralar anlatan, annesiyle geliştirdikleri dille iletişime girmeye çalışan bu genç adam hiç de mezarda değil. Karşımda 29 yaşında anne karnına dönmüş biri vardı. Görmüyor, duymuyor ama annesi aracılığıyla iletişim kurabiliyor. Öylesine hırsla hayata sarılıyor ki bir de kitap yazıyor. Bu öykü biraz onun, çokça da annesinin öyküsü.

ANNENİN KORKUSU ÖLMEK

Sadiye Kefeli eşiyle evlendiğinde 13 yaşındaydı. Üç yıl arayla, iki kız çocuğu doğurdu önce. Çocuktum diye anlatıyor: "Eşim benden 7 yaş büyük. Evleneceksin dediler evlendim. Annem ağlamaktan helak oldu. Hiç unutmam ara sıra ağaca çıkmak gelirdi içimden. Ben ağaca çıkardım, eşim altında beni beklerdi. Resmen ilk iki çocuğumla birlikte büyüdüm. Sonra 21 yaşındayken Murat geldi. Hiç istemedim erkek çocuğum olmasını. Erkek kardeşim aileye çok çektirmiş, sanki ona benzeyecekmiş gibi." Sadiye Kefeli önce istememiş ama ardından oğluna dört elle sarılmış: İki kızım iyiydi hoştu ama onlarla kardeş gibiydik. Murat ise çocuğumdu. Öylesine duygulu bir çocuktu ki..." Biz konuşuyoruz baba Turan Kefeli dinliyor. Karşımızda ise Murat oturuyor. Biz geleceğiz diye erken kalkmış, tıraş olmuş, yeşil tişörtünü giymiş. Heyecanını bastıramıyor. Arada bir annesine "Bana yaklaşır mısın gözlerini kontrol edeceğim" diyor. Hikâyeyi anlatırken ağladı mı ağlamadı mı diye...

Antalya Belek'te mütevazı bir evdeyiz. Anne ile baba işçi emeklisi. Eve giren para sadece 1000 YTL, kira ise yarısını alıp götürüyor. Murat'ın hastalığı başladığı andan beri gitmedik doktor, çalmadık klinik kapısı bırakmayan aile elde ne var ne yoksa satmış. Şimdi üçü birden balkabaklarını oyup lamba yapıyor, evin önünde bir tezgâhta satıyorlar. "Herşeye rağmen keyfimiz yerinde" diyor Sadiye Kefeli. Peki en büyük korkunuz? İşte bu soruyla gözleri doluyor annenin: "Ölmek. Biz gittikten sonra Murat'a ne olur?"

AŞKTAN SAĞIR OLDU

Murat 18 yaşına gelince Kefeli çifti oğullarını İstanbul'da bırakarak Belek'e yerleşmiş. Murat o zaman üniversitede okuyor ve Burcu isimli bir genç kızla evlilik planlarındaymış. Bir taraftan radyo programcılığı yapıyor, tutkunu olduğu bilgisayar üzerine çalışıyor ve gece gündüzünü monitör başında geçiriyor, bir taraftan da DJ'likyapı yormuş. İlk işitme kaybı Burcu ile ayrılıklarına rastgelmiş. Önce sebep yüksek sesle müzik dinlemesi diye düşünülmüş.

ELEKTRO ŞOK VERDİLER

Murat'ın sol eline avcumun içine alıp kendi yarattığı çizimlerle harfleri ardarda sıralıyorum. "Sevgilinden ayrılınca mı sağır oldun?" Karşımdaki gülen yüz birdenbire geriliyor. Murat konuşmaya başlıyor, durmaksızın anlatıyor: "O zaman herkes sorunun psikolojik olduğunu söyledi. Gitmediğimiz doktor kalmadı. Hatta Ayşe Arman benimle ismimi vermeden, 'Aşk acısı yüzünden sağır olan adam' diye röportaj bile yaptı. Ama ben emindim sorunun fiziksel olduğuna. Herkese sürekli ben delirmedim, bile bile duymayı nasıl yitirebilirim, bunu nasıl isteyebilirim diye soruyordum."

Murat üç yıl boyunca çeşitli sinir profesörlerinin de tavsiyesiyle bir psikiyatri kliniğinde tedavi görmüş. Nasıl bir tedavi mi? Elektro-şok ile başlayan, psikiyatristlerinin anlatımıyla 'İçindeki diğer Murat'ı' ortaya çıkarmayı sağlayacak yer silme süpürme, ağır işler yapma tarzı terapilerle devam eden bir süreç düşünün. Bu üç yıl boyunca Murat her Allah'ın günü annesine 'Benim sorunum fiziksel' demiş. Sadiye Kefeli: "Ne yazık ki oğlum haklı çıktı, doktorlarla girdiği bahsi kazandı" diyor: "Psikiyatri kliniğine yattığı ilk 45 gün görüşmemizi yasakladılar. Ama ben her gün oradaydım. Öyle garip bir his ki, oğlunuz hasta. Hastalığın nedeni psikolojik mi, fiziksel mi bilemiyorsunuz. Hangisi çıksa sevineceksiniz? O dönem el ve ayak kasılmaları başladı. Müthiş acılar içinde kıvranıyordu. Testler bunlar olmamalı diyordu. Sonra anlaşıldı ki sebebi bilinmeyen, tedavisi olmayan bir şey "

KORKMAK KÖRLÜKTEN ZOR

Murat hayatındaki sesleri tamamen yitirince, Belek'e annesinin babasının yanına yerleşmiş ve Belek Belediyesi'nde bilgi işlem sorumlusu olarak çalışmaya başlamış. Bir süre sonra dudak okumayı geliştiren Murat hayatını bir düzene sokmak üzereyken bu sefer bulanık görmeye başlamış. Anne, tanıya doğru giden süreci anlatırken sesi titriyor: "Gözlerde sorun başlayınca tekrar nörolojinin yolunu tuttuk. O zaman fark edildi ki önemli bir test yapılmamış. Murat'ın sinirleri ölüyordu. Öylesine heyecanlanmışım ki doktora 'benim anladığım dilden konuş' dediğimi hatırlıyorum. Doktor anlattı ben dinledim. 'Bir elektrik kablosu düşünün. Üzerinde koruyucu var. O koruyucuya bir şey olduğu zaman altındaki sinirler çarpışır ve ölür. Oğlunuz bir süre sonra kör olacak' dedi."

Sağırken kör kalmak. Sessiz bir dünyaya tam alışıyorken görüntüyü yitirmek. Müziği kaybetmişken bir de en sevdiği film arşivinden olmak... Kefeli ailesi doktor doktor gezerken bu hastalığın isminin nöropatinin ender görülen bir türü olduğunu dünyada 52 örneği olduğunu öğrenmişler.

Görme ve işitme kaybından geri dönüş olmayacağını anladıklarında ise hep Murat onlara "İyiyim, merak etmeyin " diyerek destek olmuş. Hayata her hücresiyle yapışan bir genç adamla karşı karşıyasınız. Herkes gibi onun da bir hikâyesi var, aman okurken ağlamasınlar diye beni ikaz eden bir adamın hikâyesi, hem de hayatta sağlık dışında hiçbir şeye üzülmeye değmez dedirtecek cinsten.



gerçek bi röportaj hikaye değil ben etkilendim şahsen...
kötüleri sevdik

Cevapla