Profesyonel

Tavsiye kitaplar, dergiler, gazeteler, köşe yazıları ve yorumlar...
Cevapla
RainMan
Üye
Üye
Mesajlar: 39
Kayıt: 10 Nis 2005 00:00
Konum: Gözyaşlarının Sel olduğu şehirden
İletişim:

Profesyonel

Mesaj gönderen RainMan »

“Işıkları yakın. Eve karanlıkta gitmek istemiyorum.”* O’Henry

“Yalvarırım, beni öldürme! Üç tane çocuğum var, bari onlara acı.”

BANG.



Ben bir katilim. Profesyonel, kiralık bir katil. Bu kaçıncı kurbanımdı bilmiyorum. Bildiğim tek şey, işin her defasında daha da zorlaştığıydı. Tetik çeke çeke sağ elimin parmağı nasır bile bağlamıştı, ama insan bu işe bir türlü alışamıyor. Her işimi soğukkanlılıkla, ustalıkla yapıyordum, ama her seferinde içimde bir yerlerde bir şeyler eksiliyordu. Sanki sona yaklaştıkça ruhumda hiçbir şey kalmayacak, bütün ruhum parça parça yok olacaktı.


İşte böyle başlıyor hikâye. Çarpıcı olmaya çalışan, ama gerçeklikten uzak bir şekilde. Bir kere, “bang” diye silah sesi olmaz. Sanırım bunu “dikşınyaaa” yazmak zorunda kalmamak için seçmiş yazar, ama daha da beter olmuş. Sizi daha fazla merakta bırakmadan kim olduğumu söylesem iyi olacak. Ben, katil. Biraz önce okumaya başladığınız hikâyenin ana karakteri, kiralık katil. Hayır hayır, bu kez gerçekten benim; benim ağzımdan hikâyemi anlatmaya çalışan yalancı yazar değil. Hikâyeyi hep birlikte okuyacağız. Şimdi olduğu gibi bazı yerlerde araya girmek zorunda kaldığım için özür dilerim, fakat yazar beni o kadar kötü anlatıyor ki, bana başka şans bırakmadı.



Ben en iyisiydim. İnsanları öldürmeye başladığımda doğduğumu düşünürüm hep. İşimi tam bir profesyonellikle yapar ve arkamda en ufak bir iz bırakmazdım. Bu satırların ucuz Amerikan filmlerinden çıktığını düşünebilir, bana burun kıvırabilirsiniz ama kabul etmemiz gereken bir şey var ki, benim hikâyem bir film değil; bir öykü hiç değil. Bu, benim. İnsanları öldüren kiralık bir katil. Babamın, beni ve annemi sabahlara kadar dövdüğü uzun gecelerde karar vermiştim öldürmeye. Tabi ilk önce babamı öldürecektim. Ama babam benden önce davranmış, annemi kıtır kıtır doğramıştı gözlerimin önünde.

Bu paragrafla ilgili fazla diyeceğim bir şey yok. Yazılanlar tamamen doğru olup, Freud’un psikanaliz yorumlarına oldukça açıktır. Yazarın buradaki amacı sanırım neden-sonuç ilişkisi bağlamında benim psikolojime ışık tutarak, katil oluşumun arkasında yatan sebepleri göstermek. Halbuki, insan doğasının böyle 2+2=4 şeklinde yorumlanacak kadar basit olmadığını bilse böyle bir girişimde bulunmazdı.

Yukarda yakarışlarını dinlediğiniz kurbanımı öldürdükten sonra evime gelmiş ve güvenilir bir aracıdan yeni bir iş teklifi almıştım. Her zamanki gibi sıradan bir işti işte.



Ama onu gördüğüm anda her şey değişti. Bu son işim olacaktı. Ne kadar usta olsam da, artık ileri teknoloji sayesinde en kül yutmaz suçlular bile yakalanır olmuştu. Suç mahaline düşen bir saç telinden DNA testi yapılıyor ve suçlu hemencecik yakalanıyordu. Zaten şimdiye kadar kazandıklarımın bundan sonra bana yeteceğini düşünüyordum. Zamanı gelmişti. Artık bırakmalıydım. Aksi taktirde tüm hayatımı hapishanede tacize uğrayarak geçirebilirdim. Hayır hayır, sakın beni kiralık katilim diye onlarca kere hapse girmiş çıkmış falan sanmayın. Sicilim birçoğunuzdan daha iyi durumda ve en çok sizin kadar biliyorum hapishaneleri. Bu konudaki fobimi de hepinizin büyük olasılıkla izlediği Esaretin Bedeli adlı filmdeki Kız Kardeşler çetesine borçluyum. Çetenin, filmin başrol oyuncusu Andy Duphrain’i fırsat buldukça becerdiklerini söylememe sanırım gerek yok.



Yine her zamanki gibi param peşim ödenmiş, kurban hakkında detaylı bilgiler verilmişti. Onu günlerce takip ettim, bir gölge gibi hep arkasında oldum. Tıpkı daha öncekiler gibi. Haftanın hangi günü, saat kaçta, nereye gidiyor, ne iş yapıyor, her şeyi not ediyor, kurbanımı adeta beynime kazıyordum. Yılların verdiği deneyimle ben artık o oluyordum ve onun gibi düşünüyor, onun gibi hareket ediyordum. Böylelikle onu ne zaman, nerede avlayabileceğime karar veriyor, olası bir aksilikte ne yapmam gerektiğini kolaylıkla akıl edebiliyordum.



İlk emirden sonra üç hafta geçmişti. Ama hâlâ onu öldürememiştim. Bir türlü yapamıyordum. Ne zaman konuşlanıp, o Hollywood filmlerinde sıkça gördüğünüz nişan alma dürbününde artı şeklindeki hedefe kurbanımın kafasını alsam, bir güç beni engelliyor ve tetiği çekmekten alıkoyuyordu.



Onu her gördüğümde garip bir duygu hissediyordum. Sanki onu yıllardır tanıyordum. Ama kimdi, daha önce nerede karşılaşmıştık bir türlü çıkaramıyordum. Simsiyah gözleri ve simsiyah saçları vardı. Kimdi bu?

Herhalde burada benim konuşmam lazım. Ben, kurban. Bir hikâyede yer aldığımdan haberim bile yok. Evet, bazen arkamda birisi beni izliyor hissine kapılıyorum ama hangimiz bazen böyle sanmaz ki? Hem ben daha önce hiç kiralık katille falan da karşılaşmadım, sanırım beni başkasıyla karıştırıyor. Belki benim yerime geçmiş başka birisiyle... Bak, yine arkamda biri var sandım (arkama bakıyorum), ama kimse yok. Hem beni neden öldürmek istesinler ki? Yoksa iş ortağım mı? Hayır canım, o olamaz, ama ya oysa? Ben neden bahsediyorum; benim iş ortağım falan yok ki! Yazarın umarım “iş ortağı katili” geyiğinden daha orijinal bir fikri vardır, aksi taktirde bu hikâye dibi boylar arkadaşlar.

İlk ihtar mektubu dördüncü haftanın sonunda özel bir kuryeyle geldi. Elimi çabuk tutmamı, işi bir an önce bitirmemi istiyorlardı. Yıllardır bu işin içinde olduğum için haberdardım bu mektuplardan. Dört hafta sonunda ilk ihtar gelir, daha sonra ikinci ve son olarak üçüncü ihtar. Hala iş bitmediyse, onlar sizin işinizi bitirirdi.

Bizden bahsedildiği için, bir çift laf da biz söyleyelim bari. Biz, işverenler. Aslında aracılar desek daha doğru olur. Durumu şöyle özetleyelim: Dediğim gibi biz aracıyız; öldürmek isteyenlerle öldürenler arasında bağlantı kurar, katillere gerekli bilgi ve parayı sağlarız. Bu işte fazla kural yoktur, ama altın bir kural vardır ki; ona uymamanın cezası ölümdür: İşi yerine getirmemek. Katilin işi profesyonelce yapmak için çaba harcadığını ve zamana ihtiyacı olduğunu düşünerek öyle hemen işi başkasına vermeyiz. İlk önce birinci ihtar, sonra ikinci ve üçüncü ihtarları bildiren mektuplar göndeririz. Sonrası malum. (Ceketimin iç cebinden bir puro çıkartıyorum) Ateş! (Bütün adamlarım hep birden çakmaklarını uzatıyorlar.) Hayır, öyle düşündüğünüz gibi eski zaman gangsterlerini andıran smokin falan da giymiyoruz. Kim sokuyor bu imgeleri kafanıza, bilmiyorum ki!

İkinci mektuptan sonra iyice endişelenmeye başladım. Ben, 16 yaşında silahı eline alan ben, otuz yıldır onlarca kişiyi gözünü kırpmadan öldüren ben, bir türlü onun işini bitiremiyordum. Artık onsuz olduğum vakitlerde de kurbanımı düşünüyordum. Ne televizyon izleyebiliyor, ne müzik dinleyebiliyordum. Ne o, beni günlük hayatın eğlencelerinden bihaber, tüm yaptığı insanların hayatına son vermek olan bir ölüm makinesi mı sanmıştınız? Yanılıyorsunuz; biz de sizin gibi çarkıfelek izler, Britney Spears dinleriz. Biz de tuvalete sıçar, biz de bazen otuzbir çekeriz. Tek farkımız, işlerimiz.

Yine ben. Burada yazarım sanırım gerçekçi olmaya, benim en mahrem anlarımı (ki o böyle olduğunu düşünüyor) vererek, bizim de etten kemikten olduğumuzu, normal insanlar gibi normal davranışlarda bulunduğumuzu anlatmaya çalışmış, ama tek kelimeyle iğrenç olmuş. Sıçmaktan ya da otuzbir çekmekten bahsedeceğine, gece gündüz evimde verdiğim alemlerden, her gece o pavyon senin, bu pavyon benim oradan oraya gece kuşu gibi dolaştığımdan, haftada onlarca kadın becerdiğimden bahsetse, belki durumu kurtarabilirdi. Ama bu işine gelmez ki; onun niyeti başka. Sözde, beni acındıracak ya...

Üçüncü mektup geldiğinde iyiden iyiye korkmaya başlamıştım. Sokağa çıktığımda hem avımı izliyor, hem de artık avcımı bekliyordum. İşi yapamamıştım ve çok geçmeden peşime birisini salacaklardı.



O gün işi şansa bırakmamak için yıllardır kullanmayıp özel günler için sakladığım 46 kalibrelik 87 marka, Çek yapımı Wartinber’imi yanıma aldım. Kısa mesafe atışları için en iyi tabancadır. Sizi asla yarı yolda bırakmaz. Sabah erkenden çıktım. Bu kez, ne yağan yağmur ne de kapımın önünde oturan uğursuz kara kedi fikrimi değiştirebilirdi.

“Wartinber” kelimesi tamamen uydurmadır, haberiniz olsun. Doğdum doğalı bu işi yaparım; böyle bir silah markası ne duydum, ne gördüm. Smith&Wesson ya da Eagle dese belki kurtarırdı durumu, ama böyle hiç olmamış. Ayrıca, yağan yağmurla gerilimli, bunaltıcı bir atmosfer yaratılmak istenmiş, kara kedi de sanırım bir şeylerin kötü olacağı intibaını vermeye çalışıyor, ama beş yaşındaki çocuk bile zevk almıyor artık bu numaralardan. Bırakın bu foreshadowing’leri bırakın! Bu arada, bana artık müsaade, bakalım şu kurbanımın üstesinden gelebilecek miyim?

İşte şimdi onu takip ediyorum. Sabahtan beri o önde, ben arkada, ilerliyoruz. Gece yarısı. Şu aralığı geçtikten sonra öldürmeyi düşünüyorum. Bu saatte orada kimseler olmuyor. Uzaklarda birkaç köpek uluyor, dolunay pırıl pırıl aydınlatıyor gecenin karanlığını. İşte döndü. Burası çok uygun. Montumun cebindeki dostumu hafifçe okşuyorum. Susturucusu takılı, fazla gürültülü bir iş olmayacak, hatta her şey çok güzel olacak. Tere yağından kıl çeker gibi. Bu benim kim bilir kaçıncı kurbanım, ben bir profesyonelim. Adımlarımı hızlandırıyorum, iyice yanaşıyorum, silahımı çıkartıyorum, kafasının arkasına dayıyorum, bir şey söylemeden duruyor, ama yine tetiği çekemiyorum.



Dönüyor, gözümün içine bakıyor. Tüylerim diken diken. Silah hâlâ suratına doğrultulmuş vaziyette.

-Yıllardır benim işimi yapıyorsun, diyor.

-Sen kimsin? diyorum.

-Ben oyum, diyor. Her işinde yanındaydım, yıllardır sana yardım ediyorum.

-Yani, sen...? dilim tutuluyor, konuşamaz oluyorum.

-Korkma, herkes benimle tanışacak. Şimdi sıra sende.

-Ama sen...

-Ne bekliyordun? Siyahlar içinde, pelerinli, başlıklı, elinde tırpan olan birisini mi? Onlar ancak filmlerde olur. Ben istediğim surete girer, istediğim şekilde kurbana yaklaşırım. Aynı senin yıllardır yaptığın gibi.

-Ama ben seni haftalardır izliyorum...

-Tam öldüreceğim zaman ortaya çıkacağım diye bir kural mı var? Sen de haftalar öncesinden başlamıyor musun kurbanını tanımaya? Meslektaş sayılırız biz. Ben de senin gibi bir profesyonelim.



O anda hissediyorum arkamdaki silah sesini ve kafa tasımı delerek beynime giren kurşunları.

Arkadan ateş eden benim. Burada soğuk kalpli, verilen görevi hemen yerine getiren, acıma duygusundan yoksun ve adamı sırtından vuran bir tip olarak anlatılıyorum ama biraz hakkım yeniyor. Böyle çizilmemin nedeni, hikâyenin ana karakteriyle tezat oluşturmak olabilir ama benim suçum yok: Adam verilen işi yapmamış, ihtar mektupları da gönderilmiş, geriye tek bir şey kalıyor, onu da ben yapıveriyorum. Anlamadığım nokta, bu salağın önünde konuştuğu kim? Ben kimseyi görmüyorum da...

Önümde ve arkamda iki ayrı meslektaşım. Ne garip, hiç böyle olacağını düşünmemiştim. Kim düşünebilirdi ki? En büyük yardımcım bugün bana ihanet ediyor ve ancak ikisi birlikte benim üstemden gelebiliyorlar. Evet, ben bir profesyonelim, ama göz ardı ettiğim bir nokta var galiba; karşımdaki benden de profesyonel.

Aptallar!, benim kim olduğumdan zerre kadar haberiniz yok! Elbet birgün siz de öğreneceksiniz, ama o zaman salak salak hikâyeler anlatamayacaksınız. Hiçbir zaman unutmayın; her nerede olursanız olun sizi bulurum. Her nefis beni tadacaktır. Ben bile sonunda kendi kendimi kabzedeceğim. Hadi, ver şu ruhunu sen de, cehennemin dibine git!

Güzel bir kitaba benziyor...
Ben sigara dumanının altında yana yana en sonunda kül oldum. Sen kibritin hiç yanmayan ucunda birinin hayatında geçmiş oldun.

dead_or_alive
Müdavim Üye
Müdavim Üye
Mesajlar: 1135
Kayıt: 15 Ağu 2006 00:00
Konum: Tarsus/Mersin

Mesaj gönderen dead_or_alive »

"Aptallar!, benim kim olduğumdan zerre kadar haberiniz yok! Elbet birgün siz de öğreneceksiniz, ama o zaman salak salak hikâyeler anlatamayacaksınız. Hiçbir zaman unutmayın; her nerede olursanız olun sizi bulurum. Her nefis beni tadacaktır. Ben bile sonunda kendi kendimi kabzedeceğim. Hadi, ver şu ruhunu sen de, cehennemin dibine git! "

vee gerçekten güzel bir kitaba benziyorr :wink:

Cevapla