Ermeni Sorunu
- UnknownArtist
- Üye
- Mesajlar: 27
- Kayıt: 02 Ağu 2006 00:00
re
Kaçaznuni ifadesinde şöyle diyor(sf.33);
Gerçek, gerçek olarak kalmaktadır ve burası çok önemli ki, Türk egemenliğine karşı onlarca yıl önce başlatılmış olan mücadele, Türkiye Ermenilerinin sürülmesiyle ve yok edilmesiyle, dolayısıyla Türkiye Ermenistanının boşaltılmasıyla sonuçlanmıştır.
Korkunç gerçek böyleydi.
Bırak, bundan sonra uygar dünya Türklerin ifade edilmesi zor kötülükleri karşısında sarsılsın. Parlamentolarda ve sivil toplantılarda devlet adamları katil Türkleri tehdit etsin. Sarı, mavi ve diğer renklerde kitaplar yayınlansın. Her türlü dinin mabetlerinde rahipler zalim Türklerin cezalarını bulmasını dilesin. Dünya basını korkunç tasvirler ve tanıkların anlatılarını yayımlasın. Bütün bunların ne anlamı var? Gereken yapılmıştır ve Arabistan çöllerine saçılmış cesetleri sözcüklerle diriltmek, yakılan evleri ve boşaltılan ülkeyi sözcüklerle kurtarmak imkansızdır.
Burada Kaçaznuni savaşın kaybedildiğinden ve artık yapacak bir şey kalmadığından bahsediyor çünkü artık Ermenistanda ermeni kalmamıştır. Yani burada kırım bir gerçektir. Bu adamın kırımdan kendisine de pay çıkarması son derece onurlu bir davranıştır. Burada lafı neredeyse şuna getirecek; Keşke hiç ayaklanmasaydık, şimdi hala yerimizde yurdumuzda olurduk, İşte Türklere karşı isyan edersen sonun bu olur! Zavallım, bu bir Hıristiyan etiğidir. Suçu kendinde aramak ve sorumluluk hissetmek ve haklıdır da. Taşnaklar gerçekten de Hıristiyan etiğinin dışında hareket etmiş, makyavelist bir tavır gütmüşlerdir. İşte eleştirilecek yan buradadır, yani haklı davalarında haksız duruma düşmüşlerdir. Şiddet şiddeti doğurmuş kin nefreti arttırmıştır. Ama bütün dünyada ihtilaller başka türlü yapılmıyor. Rus ihtilali ne kadar kanlıdır. Bu ihtilaller başarıya ulaşınca kimse dökülen kanın hesabını sormaz. Keşke ihtilal yapılmasına hiç gerek kalmasa ama Türkler onlara asla özerklik vermeyecekti. En iyisi paşa paşa evinde oturacaksın. Her ne olursa olsun sonuç çok ağırdır ve serttir. Bu arada Ruslar Doğu Anadoluya 1916 da girmiş yani tehcirden bir yıl sonra. Bu gruplar direkt intikam hareketlerine girişmişlerdir. Bu kinin sebebini iyi düşünmek lazımdır. Ben Marksist görüşte olmamama rağmen burada Marksist bir kişinin görüşlerine yer vermeyi uygun gördüm.
Deniz Moralı
Türkiyede egemen sınıfın yazdığı resmi tarih, onun kendi egemenliğini sürdürmesinin temel bir vasıtasıdır. Bu resmi tarihin en belli başlı unsurları olan Ermeni düşmanlığı, Rum düşmanlığı, Kürt düşmanlığı ve komünist düşmanlığı vasıtasıyla egemenler, daima hedef şaşırtarak işçileri ve diğer emekçi halk kitlelerini birbirine karşı kışkırtmış ve aralarında güvensizlik tohumları ekmeye çalışmıştır.
Rejimde ne zaman bir sıkışma durumu belirse, egemenler resmi tarihin kokuşmuş kırkambarından beslenen gerici ideolojik kampanyaya hız verirler. Bugünlerde de özellikle burjuva düzenin statükocu güçleri eliyle pompalanan böyle bir kampanya yürütülmeye çalışılıyor ve bu çerçevede faşist it sürüsünün tasması çözülerek provokasyon girişimleri yapılıyor. O nedenle bu topraklarda Ermeni, Rum ve Kürt düşmanlığına karşı mücadele şovenizme ve faşizme karşı mücadelenin vazgeçilmez temel bir ayağı ve Türk işçi sınıfının temel enternasyonalist görevidir.
Bu tür zehirleme operasyonlarının değişmez demirbaşı Ermeni düşmanlığıdır. Son Newroz gösterilerinin ardından Mersinde sokak aralarında yaşanan çatışmalarda Kürt gençlerine taş atan polis onlara Ermeni uşakları! diye bağırıyordu. Kürt hareketine ve liderliğine dönük olarak yıllardır yapılan Ermeni dölü! nitelemesi olsun, Atatürkün manevi kızı olarak anılan Sabiha Gökçenin aslında Ermeni olduğuna dair haberler üzerine durumdan vazife çıkaran Genelkurmayın bunu bir hakaret olarak gördüğünü ilân eden açıklaması olsun hep aynı gericiliğin tezahürleridir.
Bugün yaşadığımız sorunlarla 90 yıl önceki Ermeni kırımı arasında bir bağlantı olduğunu anlamak için resmi tarihin ve ideolojinin göz bağlarından kurtulmak gerekiyor. İki halktan işçi ve emekçiler arasında gerçek kardeşlik bağını örebilmek için Ermeni halkına karşı işlenen büyük suçu mahkûm etmeyi bilmek ve bugün de sopasını bizim başımızda dalgalandıran faillere karşı mücadeleyi yükseltmek zorundayız.
Kırımın Tarihsel Arka Planı ve Nedenleri
Osmanlı da aynı Rus Çarlığı gibi bir halklar hapishanesiydi. Anadolunun binlerce yıllık yerli bir halkı olan Ermeni halkı da bu halklardan biri olarak yüzyıllar boyunca Osmanlı boyunduruğuna maruz kaldı. İslami esaslara dayalı bir imparatorluk olan Osmanlıda gayrimüslim tebaa özel türden baskılara maruz kalıyordu. Zimmi olarak adlandırılan ve mahkemelerde Müslümanlara karşı şahitlikleri bile kabul edilmeyen Hıristiyanlar, örneğin, ibadetlerini Müslümanları rahatsız etmeyecek şekilde yapmak zorundaydılar. çan çalmaları, yeni kilise yapmaları yasaktı. Kilise tamiri için ise devletten izin almak zorundaydılar. Ayrıca ata binmeleri, silah taşımaları, bir Müslümanla karşılaştıkları zaman kaldırımda yürümeleri yasaktı. Elbiselerinin ve ayakkabılarının rengi, kumaşlarının kalitesi değişik olmak zorundaydı. 16. yüzyılda bir fermanla, yakalı kaftan, kıymetli kumaştan özellikle ipekli elbise, ince tülbent, kürk ve sarık taşımaları yasaklanmıştı. Ayrıca hangi renk elbise giyecekleri de bildiriliyordu. Örneğin, Ermenilerin şapka ve ayakkabıları kırmızı, Rumların siyah, Yahudilerin mavi idi. Evlerini de değişik renge boyamak zorundaydılar. Hamamlarda takunya giymeleri yasaktı, peştamallarına çıngırak takmaları gerekiyordu. Müslümanların evlerinden daha yüksek ev yapmaları yasaktı. Evlerin, Müslüman mahallelere bakan taraflarına pencere yapmaları da yasaktı. tüm bu yasaklara uymayanlar para ve hapis cezasına, hatta sert bir padişaha denk gelirlerse ölüm cezasına dahi çarptırılırlardı. (Taner Akçam, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, s.55-6)
Yüzyılların esareti nedeniyle tüm ezilen halklarda, uygun şartlar oluştuğunda özgürlüğe doğru özlemin mayalanması elbette doğaldı ve bu uygun şartlar Osmanlı için esas olarak 19. yüzyılda oluşmuştu. Esaret zincirlerinden kurtulmak ya da en azından bunu gevşetmek isteyen halklar bu dönemde egemen Osmanlıya karşı mücadeleye girişiyor ve talepler ileri sürüyordu. Osmanlıyı paylaşma hırsında olan Batılı kapitalist güçler de kendi çıkarlarına uyduğu müddetçe bu ezilen halkların hamisi rolüne bürünerek devreye girmekteydi. Çöküş sürecindeki köhnemiş Osmanlı egemen sınıfı ise ezilen halkların taleplerini baskı, şiddet ve entrikayla bastırmaya çalışıyordu. Ancak tarihin akışı, miadı dolmuş Osmanlının aleyhineydi. Osmanlı, Avrupada sürekli toprak kaybediyor, özellikle Hıristiyan Balkan halkları birbiri ardına bağımsızlıklarına kavuşuyorlardı.
Diğer taraftan Balkanlardaki Müslümanlar özellikle 19. yüzyılın son çeyreğinde buradaki bağımsızlıkçı hareketlerin eziyetlerine maruz kalarak Anadolu ve İstanbula kitleler halinde göç etmek zorunda kalıyorlardı. Bu göçmenler maruz kaldıkları eziyetlerin de etkisiyle intikamcı bir ruh haliyle dolu olarak göç etmişler ve yerleştikleri Ermeni bölgelerinde daha sonra gerçekleşen kırımda aktif rol almışlardır. 1878-1904 arası dönemde sadece Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelere yerleştirilen göçmen sayısının 850.000 olduğu belirtilmektedir.
Osmanlı, Balkan halklarının bağımsızlığa kavuşması ve devletleşmesinin bedelini esas olarak Ermenilere, kısmen de Anadolu Rumlarına ödettirecektir. Dağılma korkusuna kapılmış olan Osmanlı, planlı bir devlet operasyonuyla, Anadolu'nun İslami tahkimatını gerçekleştirme çerçevesinde Ermenilerin ve Rumların tasfiyesi yoluna gidecektir.
Bu arka plan üzerinde gelişen Ermeni sorunu resmi anlamda 1878 Berlin Anlaşmasıyla başlasa da bu, meselenin yalnızca diplomatik veçhesinin milâdıdır. Bunun çok öncesinden beri Osmanlı Ermenileri çeşitli haksızlık ve baskılara maruz kalıyorlardı. Kürt ve Çerkezlerin köylere yaptıkları baskın, yağma ve öldürme gibi eylemler, vergilerin toplanmasında yapılan kanunsuzluklar, hükümet memurlarının yolsuzlukları, mahkemelerde Hıristiyanların hâlâ şahit olarak kabul edilmemeleri gibi hususlar, Ermenilerin başlıca şikâyet konularıdır.
Ermenilerin Berlin Konferansı sırasındaki taleplerinin esasını özerklik talebi oluşturuyordu. Her ne kadar özerklik talebi Konferansta kabul edilmediyse de, Osmanlı, Ermeniler lehine birtakım reformlar yapmayı vaat etti. Ancak Abdülhamit, tüm sıkıştırmalara karşı oyalama taktiğine başvurarak reform vaadini yerine getirmedi.
Çözümün Ermenilerin durumunu iyileştirmekten değil, onları ortadan kaldırmaktan geçtiğine inanan Abdülhamit, bu maksatla, 1890 yılında Kürtlerden oluşturulan Hamidiye Alaylarını kurdu. Günümüzdeki koruculuk sisteminin atası olan bu alaylar Ermenilere karşı kurulmuştu ve sonrasında birçok katliam gerçekleştirdiler. Ancak Ermenilere karşı büyük çaplı kıyımlar 1894-6da yaşanmaya başladı. 1895te İstanbulda dahi bir Ermeni katliamı düzenlendi. Tüm bu dönem boyunca Anadoluda Ermenilerin yaşadıkları bölgeler ateşler içindeydi. Bu iki yıl içinde 100.000 ilâ 300.000 kişinin katledildiği belirtilmektedir. Her ne kadar yabancı devletler kırımı engellemeye çalıştılarsa da, bu çaba kararlı ve samimi değildi. Onlar gerçekte kendi çıkarlarını düşünüyorlar ve bu temelde kendi aralarında da çekişiyorlardı.
Ancak Abdülhamitin imparatorluğun bekasını Panislamist bir stratejiye bağlaması ve Hıristiyan toplulukları tümüyle gözden çıkarması temelinde yürüyen bu ilk büyük kırım harekâtının o uluslararası konjonktürde Ermenileri bütünüyle silmesi mümkün olmadı. İmparatorluk emperyalistlerin çeşitli bakımlardan denetimi altındaydı ve Abdülhamit, işi olabildiğince az tepki çekecek şekilde, adım adım ve devletin resmi güçleri yerine, Hamidiye Alaylarında örgütlediği Kürtler ve çapulcular aracılığıyla yapıyordu. O süreçte "ayaklandılar bastırdık" mazereti yaratmak ve Ermenileri sindirmek için vergi artırımları, kişisel ve dinsel tacizler sıklıkla kullanılmış ve bu tacizler sık sık uluslararası sorun teşkil etmiştir.
Devleti kurtarma sorunu 19. yüzyılda Osmanlı egemenlerinin temel takıntısı olmuştur. Daha sonra cumhuriyetin kurucusu olacak kadrolar da, önce Osmanlı kimliği altında, o olmayınca yeni bir kimlik (TC) altında bu takıntı doğrultusunda hareket etmişlerdir. Elbette devleti kurtarma bir sınıf olarak kendi egemenliklerini kurtarma anlamına geliyordu. O nedenle, sanılanın ve propaganda edilenin aksine Cumhuriyet ve Osmanlı arasında birçok önemli süreklilik noktası bulunmaktadır.
Daha sonra İttihat-Terakki (İT) dönemine gelindiğinde Ermenilere yönelik kırımda önemli bir değişim gerçekleşecektir. Osmanlı, başlamış olan Emperyalist Savaşta Alman emperyalizminin fiili desteği ve yönlendiriciliği altında, diğer emperyalist odakların denetiminden kurtulacak ve dolayısıyla Ermenilere karşı kırımın çok daha radikal biçimde ve bir seferde gerçekleştirilebilmesinin koşullarına kavuşacaktır.
İT de aynı Abdülhamit gibi her ne pahasına olursa olsun devleti kurtarma dürtüsüyle hareket ediyordu ve bu yolda en büyük engel olarak görülen Ermenilerin temizlenmesi fikrine daha baştan yatkındı. Abdülhamitin devrilmesi ve 1908 sürecinde Ermeni devrimci örgütleriyle yapılan tüm ittifak ve işbirliğine rağmen gerçekte Ermeni düşmanlığı İT bünyesinde çok yaygındı. İT hem kendisine biçtiği misyon, hem devraldığı siyaset kültürü, hem de kendisini yoğuran ideolojik hamur açısından Ermeni kırımına elverişli bir yapı arz ediyordu ve şartlar oluştuğunda bunu gözünü kırpmadan gerçekleştirdi.
Bu köklü Ermeni düşmanlığına rağmen İT daha başından beri bir Ermeni soykırımı programına sahip değildi. Onu tam olarak bu noktaya getiren esasen 1911 Trablusgarp ve 1912 Balkan Savaşı şokları olmuştur. Bu gelişmeler imparatorluğun dağılma ve çöküş sürecinin çok daha sarsıcı ve dramatik bir hız kazandığı anlamına geliyordu. Silsile halinde gelen bu kayıplar İT yönetiminin artık her şeyi göze almasının zeminini döşedi. O nedenle, 1914te başlayan Emperyalist Savaş İTye bu darboğazdan kurtuluş için bir can simidi olarak göründü (Osmanlının savaşa istemeyerek, zorla sokulduğu yolundaki resmi tez tam bir palavradır). Emperyalist Almanyayla yapılacak ittifak sayesinde kötü gidişe bir dur denecek ve imparatorluk esasen Asyadaki Müslüman halklara doğru genişlemek suretiyle kurtarılacaktı. Bu strateji esasen Abdülhamitin çizgisinin geliştirilmiş haliydi ve Ermenilerin kaderi açısından da aynı sonuca götürüyordu.
İT bu yolda bilinçli ve planlı çalıştı. Her şeyin tamamen kaybedilebileceği ihtimali düşünülerek ayrıntılı hazırlık yapıldı. Ülkenin dört bir yanına, ileride topyekûn bir işgal olasılığına karşı silah, mühimmat ve çete-gerilla savaşı örgütçüsü yollanarak tahkimat yapıldı. Zaten komitacılıktan gelen İT liderleri için bu yatkın oldukları bir yöntemdi. Her yerde bu tür çete-gerilla birlikleri oluşturuldu. Kesin sayı bilinmemekle birlikte bir kaynağa göre bu çetelerde 30.000 kişi örgütlendi. Bunun için üç kaynaktan insan toplandı: Balkan hezimetini yaşayan göçmenler, mahkûmlar ve Kürt aşiretleri. Ancak tek amaç ilerideki işgal olasılığına hazırlanmak değildi. Hatta öncelikli amaç, böylesi bir olasılığın temel ayağı olacağı düşünülen Ermenileri ortadan kaldırmaktı. Zaten daha savaş başlamadan İTnin birtakım temel kararları vardı, ki bunlardan birisi içeride de imha edilecek eşhasın varlığı hakkındaydı.
Bunun yanı sıra bu çetelerin bir bölümü de Asyaya Müslüman halkların arasına ayaklanma çıkarmak üzere yollandı. Ayrıca bu örgütlenme, daha sonra önderliğine Mustafa Kemalin yükseleceği Anadoludaki işgale karşı direniş hareketinin de iskeletini oluşturacaktır.
İTnin gizli savaş örgütü Teşkilat-ı Mahsusa tarafından örgütlenen bu çeteler 1914ten başlayarak ve asıl olarak 1915-17 arasındaki Ermeni kırımının yürütülmesinde sahnenin ön planında olacaklardır. Doğu cephesinde Ruslara karşı alınan ağır Sarıkamış yenilgisi ve bu yenilgide Rus ordusundaki Ermeni subay ve gönüllü birliklerinin önemli rolü olduğuna dair kanı, İTnin, kesin ve ayrıntılı soykırım planının yapılmasını hızlandırdı. 1914 sonu ve 1915 başında, uzun ve ayrıntılı tartışmalar sonucunda bu karar alınarak planlar kesinleştirildi. Görüntüde resmi bir tehcir (zorla göç) kararı alınacak, gerçekte ise çeteler ve jandarma vasıtasıyla imha harekâtı yürütülecekti. Kırım noktasına böyle gelindi.
Kırımın nedenlerini anlamak için son olarak işin iktisadi boyutuna da bir iki cümleyle değinmekte yarar var. Osmanlının son döneminde iktisadi hayata daha ziyade egemen olanlar azınlıklardı. Ticaret ve zanaat büyük ölçüde bu kesimlerin elindeydi. Genel olarak denebilir ki, Ermeni, Rum ve Yahudi burjuvazisi Osmanlının görece daha varlıklı kesimlerini oluşturuyordu. Çöküş ve dağılma sürecinde bu faktörün özel bir önem kazanması dolayısıyla daha Abdülhamit döneminde güçlerini kırmak maksadıyla Ermeni burjuvazisine yönelik tedbirler alınmaya başlanmıştı. Daha sonraki İT iktidarının, devleti kurtarmanın temel bir yönü olarak milli bir burjuvazi yaratmayı kendine hedef koyması, azınlıkların mülksüzleştirilmeleri yolunda önemli bir dönemeç noktasıydı. Yerel planda palazlanma eğilimindeki yeniyetme Müslüman-Türk burjuvazisi de Ermeni ve Rum zenginliklerine gözünü dikmiş durumdaydı. Nitekim bu zenginliklerin gaspı daha sonra bu kesimlerin ilk birikimlerinin önemli bir kaynağını oluşturacaktır.
Kırım
Ayaklanma diye gösterilen Vandaki olaylar bahane edilerek İstanbulda Ermeni toplumunun önde gelenlerinden 235 kişinin tutuklandığı gün, kırımın resmi başlangıç tarihi (24 Nisan 1915) olarak kabul edilir. Tutuklamalar, işkenceler ve idamlar ülke çapında hızla yürürlüğe konur. Doğu vilayetlerindeki yüzbinlerce Ermeninin tehcir ve imhası ise Mayıs ayında başlar ve esas olarak Ağustos ayına kadar sürer. Kimi yerlerde sürgünden iki saat, kimi yerlerde 15 gün önceden haber verilmiş, ama genel olarak bu tarih beklenmeden sürgün başlatılmış, insanların hazırlık yapmasına fırsat verilmemeye çalışılmıştır. Kimi yerlerde insanların yanına eşya almalarına kısmen izin verilmiş, kimi yerlerde verilmemiştir. Bir emirle Müslümanlara da gözdağı verilerek, tek bir Ermeniyi dahi korumaya kalkışacak olanın kendi evi önünde asılacağı ve evinin yakılacağı ilân edilmiştir. Yollarda sorumlu oldukları gruplara sınırlı da olsa yiyecek verenler olduğu gibi tamamen ölüme terk edenler de olmuştur. Bazı bölgelerde Ermeniler din değiştirmeye zorlanmış, Müslümanlığı kabul edenler sürgüne yollanmamıştır. Ancak daha sonra bunu katliamdan kurtuluş olarak gören Ermeni sayısının artmaya başlaması üzerine bu politikadan vazgeçilmiştir. Yine de katliamdan sağ kurtulup Suriye veya Lübnana varmayı başaranlar da tekrar Müslümanlığa zorlanmıştır.
Genellikle sürgün başlamadan önce bölge halkı erkek nüfustan arındırılmış, bunun yapılmadığı yerlerde ise tehcirin hemen başında veya yolda ilk iş olarak erkekler, kadın ve çocuklardan ayrılmış, ya kurşuna dizilmiş ya da değişik biçimlerde imha edilmişlerdir. Katliamlar esas olarak Teşkilat-ı Mahsusa ve jandarma birlikleri tarafından yapılmıştır. Müslüman halkın tutumu ise değişiklik göstermektedir. Kimi yerlerde Ermeniler korunmuş ve saklanmış, kimi yerlerde ise daha yola çıkmaları bile beklenmeden evleri yağmalanmış, konvoylara saldırılmış, katliamlar yapılmıştır. Yine de halkın Ermenileri koruma ve kurtarma girişimlerinin oldukça yaygın olduğuna dair birçok tanıklık ve rapor bulunmaktadır. Özellikle Dersim ve Mardin bölgelerinde 20-30 bin dolayında Ermeninin Kürtler tarafından kurtarıldığı tahmin edilmektedir. Ancak sivil halk içinde konvoylara saldırılara katılanlar da az değildir. Bu saldırılar ve öldürmeler sadece yağma amaçlı olmamış, genç kızlar ve kadınlar seçilerek kaçırılmış ya da jandarmadan satın alınmışlardır. Bazı yerlerde göçe çıkartılanların elleri de bağlanmıştır. Karadeniz bölgesinde ise Ermeniler kayıklara bindirilerek denize dökülmüştür.
Görgü tanıkları sürgün yolu boyunca belli imha yerleri olduğunu, ama buralara götürülürken bile, her yerleşim yeri civarında, konvoyların saldırıya, yağmaya uğradığını, konvoyun ilerlemesini engelleyecek kadar bitkin ve hasta olanların öldürüldüğünü anlatmaktadırlar.
Doğu vilayetlerinde Mayıs-Temmuz arasında tamamlanan tehcir eylemini, Batı Anadoludan ve Trakyadan sürülenler izledi. Sürgünlerin ilk hedefi Halep idi. Buraya sağ ulaşanlar toplama kamplarına konuyorlardı. Bir ölüm kampı olan bu kamplardan sağ çıkmak mucizeydi. Sağlık, barınak, yiyecek konusunda hiçbir yardım yapılmıyor, hatta yabancı konsoloslukların yardım girişimleri de engelleniyordu. Buralarda insanların ölüme terk edildikleri, bazılarının, ölenlerin cesetlerini yiyerek yaşamaya çalıştıkları biliniyor. Buradan çıkanlar ise Suriyenin güneyine ve Arabistan çöllerine ölmeye gönderiliyorlardı.
Diğer taraftan boşalan Ermeni köylerine göçmenler yerleştiriliyordu. Bu nokta önemlidir, çünkü tehcir edilenlerin bir daha asla geri dönmeyeceklerinin bilindiğini gösterir. Tüm tehcir eylemi boyunca ne kadar insanın öldürüldüğü kesin olarak bilinmemektedir. Ancak bu sayının 800 binden az olmadığı anlaşılıyor.
Tartışmalar ve Resmi Tezler
Ermeni halkının uğradığı soykırım resmi tarih tarafından reddedilmekte, çarpıtma ve yalanlara dayalı tezler ileri sürülmektedir. Bu tezler birkaç esas prensibe dayanmaktadır. Kırımının boyutlarının küçük gösterilmesi, soykırım tezinin reddi, Ermenilere reva görülenin onlara müstahak olduğunun ve olduğu kadarıyla bunun sorumlusunun devlet güçleri olmadığının propagandası. Bu çerçevede ileri sürülen belli başlı iddiaları ele almamız gerekiyor.
Soykırım değildir iddiası: Yaşananların bir soykırım olup olmadığına dair büyük ölçüde biçimsel ve hukuki bir tartışma yapılıyor. Doğrusu bu tartışma bütünüyle anlamsız olmasa da devrimci işçi sınıfı açısından bu tür hukuki tanımlamaların temel bir önemi yoktur. Yaşananlara hangi adı takarsanız takın önemli olan gerçeğin kendisidir. O acı gerçek de şudur: Doğu Anadolunun tarihsel yerlisi olan Ermeniler halk olarak eşine az rastlanır bir vahşetle yok edilmiş, yaşadığı topraklardan kazınmışlardır. Bu, tarihte bir halka karşı işlenebilecek en büyük suçlardan biridir ve tevil götürür yanı yoktur. Biz tarihte yaşanan başka birçok benzer kırım örnekleri temelinde bunun bir soykırım (jenosid) olduğunu savunuruz, ama BM hukuku çerçevesinde yürütülen ayrıntılı tartışmalar bizim işimiz değil. Osmanlı devleti kendi bekası için, düşman addettiği bir halkı bilerek ve isteyerek ortadan kaldırmaya azmetmiş ve bunu büyük oranda başarmıştır.
Osmanlı yöneticileri ne yaptıklarının bilincindeydiler ve bunu itiraf edenler de olmuştur. Sadece tartışma konusu rakamlara bakmak bile ortada ne büyük bir katliamın olduğunu açıkça göstermektedir. Her ne kadar bugünkü resmi ideoloji savunucuları ölen Ermeni sayısını genelde 300 bin olarak veriyorlarsa da, daha erken döneme ait çeşitli Türk kaynaklarda bile bu sayının 800 bin olduğu belirtilmektedir. Bu rakamı başka birçokları gibi Mustafa Kemal bile telaffuz etmiştir. Yine Türk kaynaklarına göre o zamanki Osmanlı Ermeni nüfusunun 1,3 milyon olarak verildiğini hatırladığımızda, şimdiki inkârcıların bile bir halkın yüzde 25inin tehcir yoluyla ortadan kaldırılmış olduğunu kabul ettikleri, yine Türk kaynaklara göre verilen 800 bin sayısını esas aldığımızda ise bir halkın yüzde 60ından fazlasının ortadan kaldırılmış olduğu görülmektedir. Ermeni kaynaklarına göre ise Ermeni nüfusu 2,1 milyon, katledilenlerin sayısı ise 1,3-1,5 milyondur. Buradan da yüzde 60-70 gibi bir oran çıkmaktadır ki, bu, Ermeni halkının bütün hukuki tartışmaları anlamsız kılacak ölçüde vahşi bir kıyıma uğratıldığını göstermektedir.
İnkârcıların, soykırım değildir iddiası, yaşananların bir tehcir ve Müslüman Türk-Kürt halkıyla Ermeni halkı arasında karşılıklı kıyım olduğu iddiasıyla tamamlanmaktadır. Ortada bir tehcir, yani zorla göç ettirme elbette vardır, ancak bu tehcir bir tehcirden ibaret değildir. Tehcir bir imha aracı olarak kullanılmıştır. Tehcir sırasında insanlar ya öldürülmüş ya öldürülmelerine göz yumulmuş, ya da aç ve susuz bırakılarak ölüme terk edilmiştir. İnsanlar hayatta kalmanın olanaksız olduğu yerlerde toplama kamplarına götürülmüş ve acımasız çöl koşullarına mahkûm edilmiştir.
Karşılıklı kıyım tezi bir başka çarpıtmadır. Ermenilerin tehcir öncesinde uzun yıllar boyunca maruz kaldıkları zulüm ve haksızlıklar karşısında yer yer mukabelede bulundukları doğrudur, ancak bu tür saldırılar bir yandan esaret altındaki bir halkın kurtuluş mücadelesinin ifadesi, bir yandan da mağdurların kendini savunması ve karşılık vermesi niteliğinde olduğu gibi, bunlardan kaynaklanan ciddi ölçekli bir Müslüman Türk nüfus kaybı yoktur. Yakın zamana kadarki en tarafgir Türk kaynaklar bile bunu iddia edememektedirler. Onlar başka bir çarpıtmayla sadece dünya savaşı süresince Osmanlı cephelerinde genel olarak kaybedilen Müslüman Türk nüfusa dikkat çekmekte, meseleyi saptırmaktadırlar. Gerçekte savaşta kırılan çok sayıda Müslüman Türk nüfusun da sorumlusu, aynı Ermeni halkının kırımında olduğu gibi, kendi egemenliklerini sürdürmek ve büyütmek için savaşa giren Osmanlı egemen sınıfıdır.
Bu karşılıklı kıyım tezinin önemli bir boyutu devleti temize çıkarmaktır. Bununla savaş koşulları altında halklar arasında bir etnik boğazlaşma yaşandığı ima edilerek devletin rolü karartılmaya çalışılmaktadır. Bu tür bir karşılıklı toplu kıyım yaşanmış olsaydı bile, bu, durumu eşitlemezdi, çünkü burada devlet açıkça bir taraf olarak sahnededir. Bu noktanın karartılmasına izin verilmemelidir.
Ermeniler ihanet ettiler, bizi arkadan bıçakladılar iddiası: buna cevap vermeden önce bir noktaya dikkat çekelim: bu iddia kırıma ilişkin dolaylı bir itiraftır, zira bu, evet kırım oldu, ama onlar da hak etmişlerdi! anlamına gelmektedir. Bu iddiayı savunanlar yüzlerce yıllık esaret zincirini taşımış olan Ermeni halkının ulusal-demokratik taleplerini ihanet olarak görmektedirler. Ermeniler ihanet etmediler, ama ihanet etselerdi de bu onlar aleyhine bir sav olamazdı, çünkü esaret altındaki her halk gibi Ermeni halkının da kendi özgürlük ve bağımsızlığı için mücadele etme hakkı vardır. Gerçekte ihanet edenler başta İT yönetimi olmak üzere, reform beklentilerini karşılamayarak Ermeni halkını oyalayıp aldatan Osmanlı egemen sınıfı olmuştur. Ermeniler Abdülhamit döneminde maruz kaldıkları onca katliama rağmen imparatorluktan ayrılma eğilimine girmemiş, beklentilerinin yerine getirileceği umuduyla 1908 devrimi içinde şevkle yer alarak İT ile çalışmış, ona aktif destek vermişlerdir. Ancak devrim sonrasında bir kez daha hayal kırıklığına, hatta 1909 Adana katliamına uğradılar. Buna rağmen ta kırıma kadar umutların tümüyle söndüğü söylenemez. Ancak bu geç safhadan sonra bazı gönüllülerin bir çare umuduyla Rus ordusuna katılmaları başladı. Osmanlı ordusunun Rus ordusu karşısında aldığı yenilgilerde, Rus ordusundaki gönüllü Ermeni birliklerinin (bunlar Osmanlı Ermenileri değil Rusya Ermenileriydi) rolü olduğuna dair propaganda, Ermeni düşmanlığını daha da körükledi ve İTnin karanlık mahfillerinde kırım kararının somut olarak alınmasında bir bakıma son nokta oldu.
İhanet iddiasının bir ayağı da Ermenilerin ayaklanma çıkardıkları savıdır. Her ezilen ulus gibi Ermenilerin de elbette ezenlere karşı ayaklanmaya hakkı vardır. Ancak Ermeniler genel olarak bakıldığında, belki de ne yazık ki, ayaklanmamışlardır. Aslında ilginç bir nokta, bütün olarak alındığında Ermeni halkının, aynı daha sonra Yahudi halkında olduğu gibi kırıma karşı hiçbir direniş göstermemesi, emirlere uysalca boyun eğmesidir. Öyle ki, birçok durumda binlerce kişilik tehcir konvoyları sadece birkaç tane jandarma ile kontrol edilebiliyordu. Aslında bu nokta Ermeni halkının geneli açısından bırakalım devlete karşı ayaklanma hevesi içinde olmasını, aksine ona fazlasıyla güvendiğini göstermektedir.
Bir diğer önemli nokta da bu sözde arkadan bıçaklanan bizin kim olduğudur. Bu söylem işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin değil ancak kendini Osmanlı egemen sınıfıyla özdeşleştirenlerin söylemi olabilir. Zira egemenler tarafından kışkırtılıp hedef saptırılmadıkça emekçi halk kitlelerinin genel olarak birbiriyle alıp veremediği yoktur. Tüm dünya işçi sınıfı ve emekçi kitleleri için tek bir biz vardır, o da sınıf kardeşliğini ifade eden bizdir. Oysa egemenler halkı kendi çıkarları doğrultusunda seferber edebilmek için sanki sömüren/ezen sınıfla, sömürülen/ezilen sınıf arasında ortak çıkarlar varmış gibi sınıflar arası bir biz söylemini kullanırlar. Yoktur böyle bir biz.
Öte yandan burada Kemalizmin başka bir çelişkisi sırıtmaktadır. Bir yandan Osmanlıya ilişkin olarak bir reddi miras ideolojisi oluşturulurken, diğer yandan Osmanlının günahlarına böylesi gayretkeşlikle sahip çıkılmaktadır. Burada Türk burjuva devriminin güdük ve tepeden inme karakterinin bir yansıması mevcuttur. Burjuva cumhuriyetle Osmanlı arasında gerçek anlamda köklü bir kopuş olmamış, çok önemli süreklilik noktaları var olmuştur.
Bu ihanet iddiasını acımasızca mahkûm etmek son derece önemli, çünkü bu, düzenin hoşlanmadığı tüm muhaliflere karşı her an kullanılan bir maymuncuk gibidir. Tam da günümüzde benzer bir durum Kürt halkına ilişkin olarak yaşanmaktadır. Kürtler de emperyalistlerin oyununa gelerek ihanet etmektedirler. O zaman Ermenilerdi şimdi Kürtler Gerçek düşmanın, dün de bugün de, aslında sömürücü egemenler olduğu anlaşılmadıkça bu sopayı yemek kader olmaya devam edecek.
Yaşananların sorumlusu devlet güçleri değildir iddiasını uzun boylu tartışmaya gerek yoktur, zira yukarıdaki tarihi özet bunun ikiyüzlü bir yalan olduğunu göstermektedir. Gerçekte tüm tehcir Ermenileri imha etmek maksadıyla en yukarıdan merkezi olarak planlanmıştı. Görüntüdeki çetelerin Teşkilat-ı Mahsusa tarafından örgütlendiği yukarıda zaten anlatılmış bulunuyor.
Barış ve Kardeşliğin Gerçek Yolu
Ermeni halkının maruz kaldığı tarihsel vahşet son yıllarda daha çok gündeme gelmeye başladı. Birbiri ardına çeşitli ülkelerin parlamentolarında Ermeni soykırımına ilişkin kararlar alınıyor. Ancak bu ilgi Ermeni halkı adına olsun, onun uğradığı tarihsel haksızlığa gerçek anlamda duyarlı olan kesimler için olsun hayra yorulacak türden değildir. Ermeni halkının acıları ne yazık ki yeni emperyalist planların oyuncağı yapılmaya çalışılmaktadır. Özellikle Amerikan burjuvazisinin organik bir parçası konumundaki diaspora burjuvazisinin, koyu bir yoksulluk içinde kıvranan Ermenistan emekçi halkının acılarına duyarlı olduğunu düşünmemiz için hiçbir sebep yok.
Ancak burada dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü işin içinde emperyalistlerin parmağı var diye gerek geçmişte Osmanlı egemenlerinin ve gerekse günümüzde onların mirasına sahip çıkan TC egemenlerinin başat sorumluluğunu gargaraya getirme şeklinde sinsi bir tutum mevcuttur. Bu tutuma karşı mücadele şovenizme karşı mücadelede temel önem taşımaktadır ve tutarlı enternasyonalistler açısından turnusol kâğıdı işlevi görür.
Halklar arasındaki düşmanlıkların aşılması, barış ve kardeşliğin kurulması burjuva milliyetçiliğinin diplomasi ve güç oyunlarıyla asla sağlanamaz. Bu mecradan ancak, geçmişte olduğu gibi kan, şiddet ve daha fazla düşmanlık çıkar. Gerçek kardeşliğin önündeki en büyük engel, bu siyaset oyunlarının üzerinde yükseldiği kapitalizmin ta kendisidir. Kapitalizme son verilmedikçe kardeşliğin yolu döşenemez. Henüz kendi bağımsız ulus-devletini kuramamış ezilen halklar için milliyetçiliğin tarihsel bir meşruiyeti vardır. Ancak ulus-devlet bir kez kurulduktan ve oturduktan sonra yaşanan devletler arası it dalaşları artık işçi sınıfının taraf olacağı türden çatışmalar değildir. Ulus-devletler arasındaki çekişmeler hiçbir zaman bitmez. Sömürücü egemen sınıflar her zaman daha fazlasını isterler. Ezilen kitleleri ayartmak, halkları birbirine düşmanlaştırmak, asıl toplumsal sorundan dikkatleri uzaklaştırmak için bu tür sürtüşmeleri özellikle yaratırlar.
Bu milliyetçi zehrin tek panzehiri enternasyonalizmdir. Ermeni halkının tarihsel acısını paylaşmanın ve teskin etmenin tek yolu buradan geçiyor. Türkiye işçi sınıfı Ermeni halkına karşı işlenen büyük suçun sorumlusu olarak geçmişin ve bugünün Türk egemen sınıfını acımasızca mahkûm etmeli ve emekçi Ermeni halkına enternasyonalist kardeşlik elini uzatmalıdır. En iyi teselli işçi sınıfının kendi devrimci iktidarını kurarak ellerinden masum kanı damlayan bu sınıfı tarihin çöplüğüne göndermesi ve halklar arasında sovyetik esaslara dayalı bir işçi federasyonunun oluşturulmasıdır.
Mayıs 2005
Gerçek, gerçek olarak kalmaktadır ve burası çok önemli ki, Türk egemenliğine karşı onlarca yıl önce başlatılmış olan mücadele, Türkiye Ermenilerinin sürülmesiyle ve yok edilmesiyle, dolayısıyla Türkiye Ermenistanının boşaltılmasıyla sonuçlanmıştır.
Korkunç gerçek böyleydi.
Bırak, bundan sonra uygar dünya Türklerin ifade edilmesi zor kötülükleri karşısında sarsılsın. Parlamentolarda ve sivil toplantılarda devlet adamları katil Türkleri tehdit etsin. Sarı, mavi ve diğer renklerde kitaplar yayınlansın. Her türlü dinin mabetlerinde rahipler zalim Türklerin cezalarını bulmasını dilesin. Dünya basını korkunç tasvirler ve tanıkların anlatılarını yayımlasın. Bütün bunların ne anlamı var? Gereken yapılmıştır ve Arabistan çöllerine saçılmış cesetleri sözcüklerle diriltmek, yakılan evleri ve boşaltılan ülkeyi sözcüklerle kurtarmak imkansızdır.
Burada Kaçaznuni savaşın kaybedildiğinden ve artık yapacak bir şey kalmadığından bahsediyor çünkü artık Ermenistanda ermeni kalmamıştır. Yani burada kırım bir gerçektir. Bu adamın kırımdan kendisine de pay çıkarması son derece onurlu bir davranıştır. Burada lafı neredeyse şuna getirecek; Keşke hiç ayaklanmasaydık, şimdi hala yerimizde yurdumuzda olurduk, İşte Türklere karşı isyan edersen sonun bu olur! Zavallım, bu bir Hıristiyan etiğidir. Suçu kendinde aramak ve sorumluluk hissetmek ve haklıdır da. Taşnaklar gerçekten de Hıristiyan etiğinin dışında hareket etmiş, makyavelist bir tavır gütmüşlerdir. İşte eleştirilecek yan buradadır, yani haklı davalarında haksız duruma düşmüşlerdir. Şiddet şiddeti doğurmuş kin nefreti arttırmıştır. Ama bütün dünyada ihtilaller başka türlü yapılmıyor. Rus ihtilali ne kadar kanlıdır. Bu ihtilaller başarıya ulaşınca kimse dökülen kanın hesabını sormaz. Keşke ihtilal yapılmasına hiç gerek kalmasa ama Türkler onlara asla özerklik vermeyecekti. En iyisi paşa paşa evinde oturacaksın. Her ne olursa olsun sonuç çok ağırdır ve serttir. Bu arada Ruslar Doğu Anadoluya 1916 da girmiş yani tehcirden bir yıl sonra. Bu gruplar direkt intikam hareketlerine girişmişlerdir. Bu kinin sebebini iyi düşünmek lazımdır. Ben Marksist görüşte olmamama rağmen burada Marksist bir kişinin görüşlerine yer vermeyi uygun gördüm.
Deniz Moralı
Türkiyede egemen sınıfın yazdığı resmi tarih, onun kendi egemenliğini sürdürmesinin temel bir vasıtasıdır. Bu resmi tarihin en belli başlı unsurları olan Ermeni düşmanlığı, Rum düşmanlığı, Kürt düşmanlığı ve komünist düşmanlığı vasıtasıyla egemenler, daima hedef şaşırtarak işçileri ve diğer emekçi halk kitlelerini birbirine karşı kışkırtmış ve aralarında güvensizlik tohumları ekmeye çalışmıştır.
Rejimde ne zaman bir sıkışma durumu belirse, egemenler resmi tarihin kokuşmuş kırkambarından beslenen gerici ideolojik kampanyaya hız verirler. Bugünlerde de özellikle burjuva düzenin statükocu güçleri eliyle pompalanan böyle bir kampanya yürütülmeye çalışılıyor ve bu çerçevede faşist it sürüsünün tasması çözülerek provokasyon girişimleri yapılıyor. O nedenle bu topraklarda Ermeni, Rum ve Kürt düşmanlığına karşı mücadele şovenizme ve faşizme karşı mücadelenin vazgeçilmez temel bir ayağı ve Türk işçi sınıfının temel enternasyonalist görevidir.
Bu tür zehirleme operasyonlarının değişmez demirbaşı Ermeni düşmanlığıdır. Son Newroz gösterilerinin ardından Mersinde sokak aralarında yaşanan çatışmalarda Kürt gençlerine taş atan polis onlara Ermeni uşakları! diye bağırıyordu. Kürt hareketine ve liderliğine dönük olarak yıllardır yapılan Ermeni dölü! nitelemesi olsun, Atatürkün manevi kızı olarak anılan Sabiha Gökçenin aslında Ermeni olduğuna dair haberler üzerine durumdan vazife çıkaran Genelkurmayın bunu bir hakaret olarak gördüğünü ilân eden açıklaması olsun hep aynı gericiliğin tezahürleridir.
Bugün yaşadığımız sorunlarla 90 yıl önceki Ermeni kırımı arasında bir bağlantı olduğunu anlamak için resmi tarihin ve ideolojinin göz bağlarından kurtulmak gerekiyor. İki halktan işçi ve emekçiler arasında gerçek kardeşlik bağını örebilmek için Ermeni halkına karşı işlenen büyük suçu mahkûm etmeyi bilmek ve bugün de sopasını bizim başımızda dalgalandıran faillere karşı mücadeleyi yükseltmek zorundayız.
Kırımın Tarihsel Arka Planı ve Nedenleri
Osmanlı da aynı Rus Çarlığı gibi bir halklar hapishanesiydi. Anadolunun binlerce yıllık yerli bir halkı olan Ermeni halkı da bu halklardan biri olarak yüzyıllar boyunca Osmanlı boyunduruğuna maruz kaldı. İslami esaslara dayalı bir imparatorluk olan Osmanlıda gayrimüslim tebaa özel türden baskılara maruz kalıyordu. Zimmi olarak adlandırılan ve mahkemelerde Müslümanlara karşı şahitlikleri bile kabul edilmeyen Hıristiyanlar, örneğin, ibadetlerini Müslümanları rahatsız etmeyecek şekilde yapmak zorundaydılar. çan çalmaları, yeni kilise yapmaları yasaktı. Kilise tamiri için ise devletten izin almak zorundaydılar. Ayrıca ata binmeleri, silah taşımaları, bir Müslümanla karşılaştıkları zaman kaldırımda yürümeleri yasaktı. Elbiselerinin ve ayakkabılarının rengi, kumaşlarının kalitesi değişik olmak zorundaydı. 16. yüzyılda bir fermanla, yakalı kaftan, kıymetli kumaştan özellikle ipekli elbise, ince tülbent, kürk ve sarık taşımaları yasaklanmıştı. Ayrıca hangi renk elbise giyecekleri de bildiriliyordu. Örneğin, Ermenilerin şapka ve ayakkabıları kırmızı, Rumların siyah, Yahudilerin mavi idi. Evlerini de değişik renge boyamak zorundaydılar. Hamamlarda takunya giymeleri yasaktı, peştamallarına çıngırak takmaları gerekiyordu. Müslümanların evlerinden daha yüksek ev yapmaları yasaktı. Evlerin, Müslüman mahallelere bakan taraflarına pencere yapmaları da yasaktı. tüm bu yasaklara uymayanlar para ve hapis cezasına, hatta sert bir padişaha denk gelirlerse ölüm cezasına dahi çarptırılırlardı. (Taner Akçam, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, s.55-6)
Yüzyılların esareti nedeniyle tüm ezilen halklarda, uygun şartlar oluştuğunda özgürlüğe doğru özlemin mayalanması elbette doğaldı ve bu uygun şartlar Osmanlı için esas olarak 19. yüzyılda oluşmuştu. Esaret zincirlerinden kurtulmak ya da en azından bunu gevşetmek isteyen halklar bu dönemde egemen Osmanlıya karşı mücadeleye girişiyor ve talepler ileri sürüyordu. Osmanlıyı paylaşma hırsında olan Batılı kapitalist güçler de kendi çıkarlarına uyduğu müddetçe bu ezilen halkların hamisi rolüne bürünerek devreye girmekteydi. Çöküş sürecindeki köhnemiş Osmanlı egemen sınıfı ise ezilen halkların taleplerini baskı, şiddet ve entrikayla bastırmaya çalışıyordu. Ancak tarihin akışı, miadı dolmuş Osmanlının aleyhineydi. Osmanlı, Avrupada sürekli toprak kaybediyor, özellikle Hıristiyan Balkan halkları birbiri ardına bağımsızlıklarına kavuşuyorlardı.
Diğer taraftan Balkanlardaki Müslümanlar özellikle 19. yüzyılın son çeyreğinde buradaki bağımsızlıkçı hareketlerin eziyetlerine maruz kalarak Anadolu ve İstanbula kitleler halinde göç etmek zorunda kalıyorlardı. Bu göçmenler maruz kaldıkları eziyetlerin de etkisiyle intikamcı bir ruh haliyle dolu olarak göç etmişler ve yerleştikleri Ermeni bölgelerinde daha sonra gerçekleşen kırımda aktif rol almışlardır. 1878-1904 arası dönemde sadece Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelere yerleştirilen göçmen sayısının 850.000 olduğu belirtilmektedir.
Osmanlı, Balkan halklarının bağımsızlığa kavuşması ve devletleşmesinin bedelini esas olarak Ermenilere, kısmen de Anadolu Rumlarına ödettirecektir. Dağılma korkusuna kapılmış olan Osmanlı, planlı bir devlet operasyonuyla, Anadolu'nun İslami tahkimatını gerçekleştirme çerçevesinde Ermenilerin ve Rumların tasfiyesi yoluna gidecektir.
Bu arka plan üzerinde gelişen Ermeni sorunu resmi anlamda 1878 Berlin Anlaşmasıyla başlasa da bu, meselenin yalnızca diplomatik veçhesinin milâdıdır. Bunun çok öncesinden beri Osmanlı Ermenileri çeşitli haksızlık ve baskılara maruz kalıyorlardı. Kürt ve Çerkezlerin köylere yaptıkları baskın, yağma ve öldürme gibi eylemler, vergilerin toplanmasında yapılan kanunsuzluklar, hükümet memurlarının yolsuzlukları, mahkemelerde Hıristiyanların hâlâ şahit olarak kabul edilmemeleri gibi hususlar, Ermenilerin başlıca şikâyet konularıdır.
Ermenilerin Berlin Konferansı sırasındaki taleplerinin esasını özerklik talebi oluşturuyordu. Her ne kadar özerklik talebi Konferansta kabul edilmediyse de, Osmanlı, Ermeniler lehine birtakım reformlar yapmayı vaat etti. Ancak Abdülhamit, tüm sıkıştırmalara karşı oyalama taktiğine başvurarak reform vaadini yerine getirmedi.
Çözümün Ermenilerin durumunu iyileştirmekten değil, onları ortadan kaldırmaktan geçtiğine inanan Abdülhamit, bu maksatla, 1890 yılında Kürtlerden oluşturulan Hamidiye Alaylarını kurdu. Günümüzdeki koruculuk sisteminin atası olan bu alaylar Ermenilere karşı kurulmuştu ve sonrasında birçok katliam gerçekleştirdiler. Ancak Ermenilere karşı büyük çaplı kıyımlar 1894-6da yaşanmaya başladı. 1895te İstanbulda dahi bir Ermeni katliamı düzenlendi. Tüm bu dönem boyunca Anadoluda Ermenilerin yaşadıkları bölgeler ateşler içindeydi. Bu iki yıl içinde 100.000 ilâ 300.000 kişinin katledildiği belirtilmektedir. Her ne kadar yabancı devletler kırımı engellemeye çalıştılarsa da, bu çaba kararlı ve samimi değildi. Onlar gerçekte kendi çıkarlarını düşünüyorlar ve bu temelde kendi aralarında da çekişiyorlardı.
Ancak Abdülhamitin imparatorluğun bekasını Panislamist bir stratejiye bağlaması ve Hıristiyan toplulukları tümüyle gözden çıkarması temelinde yürüyen bu ilk büyük kırım harekâtının o uluslararası konjonktürde Ermenileri bütünüyle silmesi mümkün olmadı. İmparatorluk emperyalistlerin çeşitli bakımlardan denetimi altındaydı ve Abdülhamit, işi olabildiğince az tepki çekecek şekilde, adım adım ve devletin resmi güçleri yerine, Hamidiye Alaylarında örgütlediği Kürtler ve çapulcular aracılığıyla yapıyordu. O süreçte "ayaklandılar bastırdık" mazereti yaratmak ve Ermenileri sindirmek için vergi artırımları, kişisel ve dinsel tacizler sıklıkla kullanılmış ve bu tacizler sık sık uluslararası sorun teşkil etmiştir.
Devleti kurtarma sorunu 19. yüzyılda Osmanlı egemenlerinin temel takıntısı olmuştur. Daha sonra cumhuriyetin kurucusu olacak kadrolar da, önce Osmanlı kimliği altında, o olmayınca yeni bir kimlik (TC) altında bu takıntı doğrultusunda hareket etmişlerdir. Elbette devleti kurtarma bir sınıf olarak kendi egemenliklerini kurtarma anlamına geliyordu. O nedenle, sanılanın ve propaganda edilenin aksine Cumhuriyet ve Osmanlı arasında birçok önemli süreklilik noktası bulunmaktadır.
Daha sonra İttihat-Terakki (İT) dönemine gelindiğinde Ermenilere yönelik kırımda önemli bir değişim gerçekleşecektir. Osmanlı, başlamış olan Emperyalist Savaşta Alman emperyalizminin fiili desteği ve yönlendiriciliği altında, diğer emperyalist odakların denetiminden kurtulacak ve dolayısıyla Ermenilere karşı kırımın çok daha radikal biçimde ve bir seferde gerçekleştirilebilmesinin koşullarına kavuşacaktır.
İT de aynı Abdülhamit gibi her ne pahasına olursa olsun devleti kurtarma dürtüsüyle hareket ediyordu ve bu yolda en büyük engel olarak görülen Ermenilerin temizlenmesi fikrine daha baştan yatkındı. Abdülhamitin devrilmesi ve 1908 sürecinde Ermeni devrimci örgütleriyle yapılan tüm ittifak ve işbirliğine rağmen gerçekte Ermeni düşmanlığı İT bünyesinde çok yaygındı. İT hem kendisine biçtiği misyon, hem devraldığı siyaset kültürü, hem de kendisini yoğuran ideolojik hamur açısından Ermeni kırımına elverişli bir yapı arz ediyordu ve şartlar oluştuğunda bunu gözünü kırpmadan gerçekleştirdi.
Bu köklü Ermeni düşmanlığına rağmen İT daha başından beri bir Ermeni soykırımı programına sahip değildi. Onu tam olarak bu noktaya getiren esasen 1911 Trablusgarp ve 1912 Balkan Savaşı şokları olmuştur. Bu gelişmeler imparatorluğun dağılma ve çöküş sürecinin çok daha sarsıcı ve dramatik bir hız kazandığı anlamına geliyordu. Silsile halinde gelen bu kayıplar İT yönetiminin artık her şeyi göze almasının zeminini döşedi. O nedenle, 1914te başlayan Emperyalist Savaş İTye bu darboğazdan kurtuluş için bir can simidi olarak göründü (Osmanlının savaşa istemeyerek, zorla sokulduğu yolundaki resmi tez tam bir palavradır). Emperyalist Almanyayla yapılacak ittifak sayesinde kötü gidişe bir dur denecek ve imparatorluk esasen Asyadaki Müslüman halklara doğru genişlemek suretiyle kurtarılacaktı. Bu strateji esasen Abdülhamitin çizgisinin geliştirilmiş haliydi ve Ermenilerin kaderi açısından da aynı sonuca götürüyordu.
İT bu yolda bilinçli ve planlı çalıştı. Her şeyin tamamen kaybedilebileceği ihtimali düşünülerek ayrıntılı hazırlık yapıldı. Ülkenin dört bir yanına, ileride topyekûn bir işgal olasılığına karşı silah, mühimmat ve çete-gerilla savaşı örgütçüsü yollanarak tahkimat yapıldı. Zaten komitacılıktan gelen İT liderleri için bu yatkın oldukları bir yöntemdi. Her yerde bu tür çete-gerilla birlikleri oluşturuldu. Kesin sayı bilinmemekle birlikte bir kaynağa göre bu çetelerde 30.000 kişi örgütlendi. Bunun için üç kaynaktan insan toplandı: Balkan hezimetini yaşayan göçmenler, mahkûmlar ve Kürt aşiretleri. Ancak tek amaç ilerideki işgal olasılığına hazırlanmak değildi. Hatta öncelikli amaç, böylesi bir olasılığın temel ayağı olacağı düşünülen Ermenileri ortadan kaldırmaktı. Zaten daha savaş başlamadan İTnin birtakım temel kararları vardı, ki bunlardan birisi içeride de imha edilecek eşhasın varlığı hakkındaydı.
Bunun yanı sıra bu çetelerin bir bölümü de Asyaya Müslüman halkların arasına ayaklanma çıkarmak üzere yollandı. Ayrıca bu örgütlenme, daha sonra önderliğine Mustafa Kemalin yükseleceği Anadoludaki işgale karşı direniş hareketinin de iskeletini oluşturacaktır.
İTnin gizli savaş örgütü Teşkilat-ı Mahsusa tarafından örgütlenen bu çeteler 1914ten başlayarak ve asıl olarak 1915-17 arasındaki Ermeni kırımının yürütülmesinde sahnenin ön planında olacaklardır. Doğu cephesinde Ruslara karşı alınan ağır Sarıkamış yenilgisi ve bu yenilgide Rus ordusundaki Ermeni subay ve gönüllü birliklerinin önemli rolü olduğuna dair kanı, İTnin, kesin ve ayrıntılı soykırım planının yapılmasını hızlandırdı. 1914 sonu ve 1915 başında, uzun ve ayrıntılı tartışmalar sonucunda bu karar alınarak planlar kesinleştirildi. Görüntüde resmi bir tehcir (zorla göç) kararı alınacak, gerçekte ise çeteler ve jandarma vasıtasıyla imha harekâtı yürütülecekti. Kırım noktasına böyle gelindi.
Kırımın nedenlerini anlamak için son olarak işin iktisadi boyutuna da bir iki cümleyle değinmekte yarar var. Osmanlının son döneminde iktisadi hayata daha ziyade egemen olanlar azınlıklardı. Ticaret ve zanaat büyük ölçüde bu kesimlerin elindeydi. Genel olarak denebilir ki, Ermeni, Rum ve Yahudi burjuvazisi Osmanlının görece daha varlıklı kesimlerini oluşturuyordu. Çöküş ve dağılma sürecinde bu faktörün özel bir önem kazanması dolayısıyla daha Abdülhamit döneminde güçlerini kırmak maksadıyla Ermeni burjuvazisine yönelik tedbirler alınmaya başlanmıştı. Daha sonraki İT iktidarının, devleti kurtarmanın temel bir yönü olarak milli bir burjuvazi yaratmayı kendine hedef koyması, azınlıkların mülksüzleştirilmeleri yolunda önemli bir dönemeç noktasıydı. Yerel planda palazlanma eğilimindeki yeniyetme Müslüman-Türk burjuvazisi de Ermeni ve Rum zenginliklerine gözünü dikmiş durumdaydı. Nitekim bu zenginliklerin gaspı daha sonra bu kesimlerin ilk birikimlerinin önemli bir kaynağını oluşturacaktır.
Kırım
Ayaklanma diye gösterilen Vandaki olaylar bahane edilerek İstanbulda Ermeni toplumunun önde gelenlerinden 235 kişinin tutuklandığı gün, kırımın resmi başlangıç tarihi (24 Nisan 1915) olarak kabul edilir. Tutuklamalar, işkenceler ve idamlar ülke çapında hızla yürürlüğe konur. Doğu vilayetlerindeki yüzbinlerce Ermeninin tehcir ve imhası ise Mayıs ayında başlar ve esas olarak Ağustos ayına kadar sürer. Kimi yerlerde sürgünden iki saat, kimi yerlerde 15 gün önceden haber verilmiş, ama genel olarak bu tarih beklenmeden sürgün başlatılmış, insanların hazırlık yapmasına fırsat verilmemeye çalışılmıştır. Kimi yerlerde insanların yanına eşya almalarına kısmen izin verilmiş, kimi yerlerde verilmemiştir. Bir emirle Müslümanlara da gözdağı verilerek, tek bir Ermeniyi dahi korumaya kalkışacak olanın kendi evi önünde asılacağı ve evinin yakılacağı ilân edilmiştir. Yollarda sorumlu oldukları gruplara sınırlı da olsa yiyecek verenler olduğu gibi tamamen ölüme terk edenler de olmuştur. Bazı bölgelerde Ermeniler din değiştirmeye zorlanmış, Müslümanlığı kabul edenler sürgüne yollanmamıştır. Ancak daha sonra bunu katliamdan kurtuluş olarak gören Ermeni sayısının artmaya başlaması üzerine bu politikadan vazgeçilmiştir. Yine de katliamdan sağ kurtulup Suriye veya Lübnana varmayı başaranlar da tekrar Müslümanlığa zorlanmıştır.
Genellikle sürgün başlamadan önce bölge halkı erkek nüfustan arındırılmış, bunun yapılmadığı yerlerde ise tehcirin hemen başında veya yolda ilk iş olarak erkekler, kadın ve çocuklardan ayrılmış, ya kurşuna dizilmiş ya da değişik biçimlerde imha edilmişlerdir. Katliamlar esas olarak Teşkilat-ı Mahsusa ve jandarma birlikleri tarafından yapılmıştır. Müslüman halkın tutumu ise değişiklik göstermektedir. Kimi yerlerde Ermeniler korunmuş ve saklanmış, kimi yerlerde ise daha yola çıkmaları bile beklenmeden evleri yağmalanmış, konvoylara saldırılmış, katliamlar yapılmıştır. Yine de halkın Ermenileri koruma ve kurtarma girişimlerinin oldukça yaygın olduğuna dair birçok tanıklık ve rapor bulunmaktadır. Özellikle Dersim ve Mardin bölgelerinde 20-30 bin dolayında Ermeninin Kürtler tarafından kurtarıldığı tahmin edilmektedir. Ancak sivil halk içinde konvoylara saldırılara katılanlar da az değildir. Bu saldırılar ve öldürmeler sadece yağma amaçlı olmamış, genç kızlar ve kadınlar seçilerek kaçırılmış ya da jandarmadan satın alınmışlardır. Bazı yerlerde göçe çıkartılanların elleri de bağlanmıştır. Karadeniz bölgesinde ise Ermeniler kayıklara bindirilerek denize dökülmüştür.
Görgü tanıkları sürgün yolu boyunca belli imha yerleri olduğunu, ama buralara götürülürken bile, her yerleşim yeri civarında, konvoyların saldırıya, yağmaya uğradığını, konvoyun ilerlemesini engelleyecek kadar bitkin ve hasta olanların öldürüldüğünü anlatmaktadırlar.
Doğu vilayetlerinde Mayıs-Temmuz arasında tamamlanan tehcir eylemini, Batı Anadoludan ve Trakyadan sürülenler izledi. Sürgünlerin ilk hedefi Halep idi. Buraya sağ ulaşanlar toplama kamplarına konuyorlardı. Bir ölüm kampı olan bu kamplardan sağ çıkmak mucizeydi. Sağlık, barınak, yiyecek konusunda hiçbir yardım yapılmıyor, hatta yabancı konsoloslukların yardım girişimleri de engelleniyordu. Buralarda insanların ölüme terk edildikleri, bazılarının, ölenlerin cesetlerini yiyerek yaşamaya çalıştıkları biliniyor. Buradan çıkanlar ise Suriyenin güneyine ve Arabistan çöllerine ölmeye gönderiliyorlardı.
Diğer taraftan boşalan Ermeni köylerine göçmenler yerleştiriliyordu. Bu nokta önemlidir, çünkü tehcir edilenlerin bir daha asla geri dönmeyeceklerinin bilindiğini gösterir. Tüm tehcir eylemi boyunca ne kadar insanın öldürüldüğü kesin olarak bilinmemektedir. Ancak bu sayının 800 binden az olmadığı anlaşılıyor.
Tartışmalar ve Resmi Tezler
Ermeni halkının uğradığı soykırım resmi tarih tarafından reddedilmekte, çarpıtma ve yalanlara dayalı tezler ileri sürülmektedir. Bu tezler birkaç esas prensibe dayanmaktadır. Kırımının boyutlarının küçük gösterilmesi, soykırım tezinin reddi, Ermenilere reva görülenin onlara müstahak olduğunun ve olduğu kadarıyla bunun sorumlusunun devlet güçleri olmadığının propagandası. Bu çerçevede ileri sürülen belli başlı iddiaları ele almamız gerekiyor.
Soykırım değildir iddiası: Yaşananların bir soykırım olup olmadığına dair büyük ölçüde biçimsel ve hukuki bir tartışma yapılıyor. Doğrusu bu tartışma bütünüyle anlamsız olmasa da devrimci işçi sınıfı açısından bu tür hukuki tanımlamaların temel bir önemi yoktur. Yaşananlara hangi adı takarsanız takın önemli olan gerçeğin kendisidir. O acı gerçek de şudur: Doğu Anadolunun tarihsel yerlisi olan Ermeniler halk olarak eşine az rastlanır bir vahşetle yok edilmiş, yaşadığı topraklardan kazınmışlardır. Bu, tarihte bir halka karşı işlenebilecek en büyük suçlardan biridir ve tevil götürür yanı yoktur. Biz tarihte yaşanan başka birçok benzer kırım örnekleri temelinde bunun bir soykırım (jenosid) olduğunu savunuruz, ama BM hukuku çerçevesinde yürütülen ayrıntılı tartışmalar bizim işimiz değil. Osmanlı devleti kendi bekası için, düşman addettiği bir halkı bilerek ve isteyerek ortadan kaldırmaya azmetmiş ve bunu büyük oranda başarmıştır.
Osmanlı yöneticileri ne yaptıklarının bilincindeydiler ve bunu itiraf edenler de olmuştur. Sadece tartışma konusu rakamlara bakmak bile ortada ne büyük bir katliamın olduğunu açıkça göstermektedir. Her ne kadar bugünkü resmi ideoloji savunucuları ölen Ermeni sayısını genelde 300 bin olarak veriyorlarsa da, daha erken döneme ait çeşitli Türk kaynaklarda bile bu sayının 800 bin olduğu belirtilmektedir. Bu rakamı başka birçokları gibi Mustafa Kemal bile telaffuz etmiştir. Yine Türk kaynaklarına göre o zamanki Osmanlı Ermeni nüfusunun 1,3 milyon olarak verildiğini hatırladığımızda, şimdiki inkârcıların bile bir halkın yüzde 25inin tehcir yoluyla ortadan kaldırılmış olduğunu kabul ettikleri, yine Türk kaynaklara göre verilen 800 bin sayısını esas aldığımızda ise bir halkın yüzde 60ından fazlasının ortadan kaldırılmış olduğu görülmektedir. Ermeni kaynaklarına göre ise Ermeni nüfusu 2,1 milyon, katledilenlerin sayısı ise 1,3-1,5 milyondur. Buradan da yüzde 60-70 gibi bir oran çıkmaktadır ki, bu, Ermeni halkının bütün hukuki tartışmaları anlamsız kılacak ölçüde vahşi bir kıyıma uğratıldığını göstermektedir.
İnkârcıların, soykırım değildir iddiası, yaşananların bir tehcir ve Müslüman Türk-Kürt halkıyla Ermeni halkı arasında karşılıklı kıyım olduğu iddiasıyla tamamlanmaktadır. Ortada bir tehcir, yani zorla göç ettirme elbette vardır, ancak bu tehcir bir tehcirden ibaret değildir. Tehcir bir imha aracı olarak kullanılmıştır. Tehcir sırasında insanlar ya öldürülmüş ya öldürülmelerine göz yumulmuş, ya da aç ve susuz bırakılarak ölüme terk edilmiştir. İnsanlar hayatta kalmanın olanaksız olduğu yerlerde toplama kamplarına götürülmüş ve acımasız çöl koşullarına mahkûm edilmiştir.
Karşılıklı kıyım tezi bir başka çarpıtmadır. Ermenilerin tehcir öncesinde uzun yıllar boyunca maruz kaldıkları zulüm ve haksızlıklar karşısında yer yer mukabelede bulundukları doğrudur, ancak bu tür saldırılar bir yandan esaret altındaki bir halkın kurtuluş mücadelesinin ifadesi, bir yandan da mağdurların kendini savunması ve karşılık vermesi niteliğinde olduğu gibi, bunlardan kaynaklanan ciddi ölçekli bir Müslüman Türk nüfus kaybı yoktur. Yakın zamana kadarki en tarafgir Türk kaynaklar bile bunu iddia edememektedirler. Onlar başka bir çarpıtmayla sadece dünya savaşı süresince Osmanlı cephelerinde genel olarak kaybedilen Müslüman Türk nüfusa dikkat çekmekte, meseleyi saptırmaktadırlar. Gerçekte savaşta kırılan çok sayıda Müslüman Türk nüfusun da sorumlusu, aynı Ermeni halkının kırımında olduğu gibi, kendi egemenliklerini sürdürmek ve büyütmek için savaşa giren Osmanlı egemen sınıfıdır.
Bu karşılıklı kıyım tezinin önemli bir boyutu devleti temize çıkarmaktır. Bununla savaş koşulları altında halklar arasında bir etnik boğazlaşma yaşandığı ima edilerek devletin rolü karartılmaya çalışılmaktadır. Bu tür bir karşılıklı toplu kıyım yaşanmış olsaydı bile, bu, durumu eşitlemezdi, çünkü burada devlet açıkça bir taraf olarak sahnededir. Bu noktanın karartılmasına izin verilmemelidir.
Ermeniler ihanet ettiler, bizi arkadan bıçakladılar iddiası: buna cevap vermeden önce bir noktaya dikkat çekelim: bu iddia kırıma ilişkin dolaylı bir itiraftır, zira bu, evet kırım oldu, ama onlar da hak etmişlerdi! anlamına gelmektedir. Bu iddiayı savunanlar yüzlerce yıllık esaret zincirini taşımış olan Ermeni halkının ulusal-demokratik taleplerini ihanet olarak görmektedirler. Ermeniler ihanet etmediler, ama ihanet etselerdi de bu onlar aleyhine bir sav olamazdı, çünkü esaret altındaki her halk gibi Ermeni halkının da kendi özgürlük ve bağımsızlığı için mücadele etme hakkı vardır. Gerçekte ihanet edenler başta İT yönetimi olmak üzere, reform beklentilerini karşılamayarak Ermeni halkını oyalayıp aldatan Osmanlı egemen sınıfı olmuştur. Ermeniler Abdülhamit döneminde maruz kaldıkları onca katliama rağmen imparatorluktan ayrılma eğilimine girmemiş, beklentilerinin yerine getirileceği umuduyla 1908 devrimi içinde şevkle yer alarak İT ile çalışmış, ona aktif destek vermişlerdir. Ancak devrim sonrasında bir kez daha hayal kırıklığına, hatta 1909 Adana katliamına uğradılar. Buna rağmen ta kırıma kadar umutların tümüyle söndüğü söylenemez. Ancak bu geç safhadan sonra bazı gönüllülerin bir çare umuduyla Rus ordusuna katılmaları başladı. Osmanlı ordusunun Rus ordusu karşısında aldığı yenilgilerde, Rus ordusundaki gönüllü Ermeni birliklerinin (bunlar Osmanlı Ermenileri değil Rusya Ermenileriydi) rolü olduğuna dair propaganda, Ermeni düşmanlığını daha da körükledi ve İTnin karanlık mahfillerinde kırım kararının somut olarak alınmasında bir bakıma son nokta oldu.
İhanet iddiasının bir ayağı da Ermenilerin ayaklanma çıkardıkları savıdır. Her ezilen ulus gibi Ermenilerin de elbette ezenlere karşı ayaklanmaya hakkı vardır. Ancak Ermeniler genel olarak bakıldığında, belki de ne yazık ki, ayaklanmamışlardır. Aslında ilginç bir nokta, bütün olarak alındığında Ermeni halkının, aynı daha sonra Yahudi halkında olduğu gibi kırıma karşı hiçbir direniş göstermemesi, emirlere uysalca boyun eğmesidir. Öyle ki, birçok durumda binlerce kişilik tehcir konvoyları sadece birkaç tane jandarma ile kontrol edilebiliyordu. Aslında bu nokta Ermeni halkının geneli açısından bırakalım devlete karşı ayaklanma hevesi içinde olmasını, aksine ona fazlasıyla güvendiğini göstermektedir.
Bir diğer önemli nokta da bu sözde arkadan bıçaklanan bizin kim olduğudur. Bu söylem işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin değil ancak kendini Osmanlı egemen sınıfıyla özdeşleştirenlerin söylemi olabilir. Zira egemenler tarafından kışkırtılıp hedef saptırılmadıkça emekçi halk kitlelerinin genel olarak birbiriyle alıp veremediği yoktur. Tüm dünya işçi sınıfı ve emekçi kitleleri için tek bir biz vardır, o da sınıf kardeşliğini ifade eden bizdir. Oysa egemenler halkı kendi çıkarları doğrultusunda seferber edebilmek için sanki sömüren/ezen sınıfla, sömürülen/ezilen sınıf arasında ortak çıkarlar varmış gibi sınıflar arası bir biz söylemini kullanırlar. Yoktur böyle bir biz.
Öte yandan burada Kemalizmin başka bir çelişkisi sırıtmaktadır. Bir yandan Osmanlıya ilişkin olarak bir reddi miras ideolojisi oluşturulurken, diğer yandan Osmanlının günahlarına böylesi gayretkeşlikle sahip çıkılmaktadır. Burada Türk burjuva devriminin güdük ve tepeden inme karakterinin bir yansıması mevcuttur. Burjuva cumhuriyetle Osmanlı arasında gerçek anlamda köklü bir kopuş olmamış, çok önemli süreklilik noktaları var olmuştur.
Bu ihanet iddiasını acımasızca mahkûm etmek son derece önemli, çünkü bu, düzenin hoşlanmadığı tüm muhaliflere karşı her an kullanılan bir maymuncuk gibidir. Tam da günümüzde benzer bir durum Kürt halkına ilişkin olarak yaşanmaktadır. Kürtler de emperyalistlerin oyununa gelerek ihanet etmektedirler. O zaman Ermenilerdi şimdi Kürtler Gerçek düşmanın, dün de bugün de, aslında sömürücü egemenler olduğu anlaşılmadıkça bu sopayı yemek kader olmaya devam edecek.
Yaşananların sorumlusu devlet güçleri değildir iddiasını uzun boylu tartışmaya gerek yoktur, zira yukarıdaki tarihi özet bunun ikiyüzlü bir yalan olduğunu göstermektedir. Gerçekte tüm tehcir Ermenileri imha etmek maksadıyla en yukarıdan merkezi olarak planlanmıştı. Görüntüdeki çetelerin Teşkilat-ı Mahsusa tarafından örgütlendiği yukarıda zaten anlatılmış bulunuyor.
Barış ve Kardeşliğin Gerçek Yolu
Ermeni halkının maruz kaldığı tarihsel vahşet son yıllarda daha çok gündeme gelmeye başladı. Birbiri ardına çeşitli ülkelerin parlamentolarında Ermeni soykırımına ilişkin kararlar alınıyor. Ancak bu ilgi Ermeni halkı adına olsun, onun uğradığı tarihsel haksızlığa gerçek anlamda duyarlı olan kesimler için olsun hayra yorulacak türden değildir. Ermeni halkının acıları ne yazık ki yeni emperyalist planların oyuncağı yapılmaya çalışılmaktadır. Özellikle Amerikan burjuvazisinin organik bir parçası konumundaki diaspora burjuvazisinin, koyu bir yoksulluk içinde kıvranan Ermenistan emekçi halkının acılarına duyarlı olduğunu düşünmemiz için hiçbir sebep yok.
Ancak burada dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü işin içinde emperyalistlerin parmağı var diye gerek geçmişte Osmanlı egemenlerinin ve gerekse günümüzde onların mirasına sahip çıkan TC egemenlerinin başat sorumluluğunu gargaraya getirme şeklinde sinsi bir tutum mevcuttur. Bu tutuma karşı mücadele şovenizme karşı mücadelede temel önem taşımaktadır ve tutarlı enternasyonalistler açısından turnusol kâğıdı işlevi görür.
Halklar arasındaki düşmanlıkların aşılması, barış ve kardeşliğin kurulması burjuva milliyetçiliğinin diplomasi ve güç oyunlarıyla asla sağlanamaz. Bu mecradan ancak, geçmişte olduğu gibi kan, şiddet ve daha fazla düşmanlık çıkar. Gerçek kardeşliğin önündeki en büyük engel, bu siyaset oyunlarının üzerinde yükseldiği kapitalizmin ta kendisidir. Kapitalizme son verilmedikçe kardeşliğin yolu döşenemez. Henüz kendi bağımsız ulus-devletini kuramamış ezilen halklar için milliyetçiliğin tarihsel bir meşruiyeti vardır. Ancak ulus-devlet bir kez kurulduktan ve oturduktan sonra yaşanan devletler arası it dalaşları artık işçi sınıfının taraf olacağı türden çatışmalar değildir. Ulus-devletler arasındaki çekişmeler hiçbir zaman bitmez. Sömürücü egemen sınıflar her zaman daha fazlasını isterler. Ezilen kitleleri ayartmak, halkları birbirine düşmanlaştırmak, asıl toplumsal sorundan dikkatleri uzaklaştırmak için bu tür sürtüşmeleri özellikle yaratırlar.
Bu milliyetçi zehrin tek panzehiri enternasyonalizmdir. Ermeni halkının tarihsel acısını paylaşmanın ve teskin etmenin tek yolu buradan geçiyor. Türkiye işçi sınıfı Ermeni halkına karşı işlenen büyük suçun sorumlusu olarak geçmişin ve bugünün Türk egemen sınıfını acımasızca mahkûm etmeli ve emekçi Ermeni halkına enternasyonalist kardeşlik elini uzatmalıdır. En iyi teselli işçi sınıfının kendi devrimci iktidarını kurarak ellerinden masum kanı damlayan bu sınıfı tarihin çöplüğüne göndermesi ve halklar arasında sovyetik esaslara dayalı bir işçi federasyonunun oluşturulmasıdır.
Mayıs 2005
En son UnknownArtist tarafından 20 Ağu 2006 18:42 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
ilk bölüm bitti ama yarın erken kalkabilmek için uyumam gerek ilk bölümde okuduklarımı daha önce birçok yerde okudum, olayların bu kadar ayrıntılı planlanması vs. bu arada ilk bölümde dikkatimi çeken bir başka nokta da osmanlı'da müslüman olmayanlara karşı sergilenen tutumun anlatıldığı nokta. aklıma ortaokul lise kitapları geldi birden
betterman.
- RapunZelle
- Müdavim Üye
- Mesajlar: 710
- Kayıt: 30 Eyl 2006 00:00
- Konum: izmir
az önce Atv ana haber de izlediğim kadarıyla, 'yine ' soykırım iddalarının olduğu bi film çekilmiş ve filmde başroller de kim war , tahmin edin ?! : tabi ki de system of a down ! ve rahmetli Hrant dink in de bi kaç demeçinin olduğu sahneler de wardı..işte böyle hala kime ve neye ispatlamaya çalışıyolar, ısrarla, olmayan bişeyi !!!
"...Let me drown within this river, let me drown in this deep silence...
- Sadeceucnokta
- Müdavim Üye
- Mesajlar: 526
- Kayıt: 24 Oca 2007 01:00
- Konum: İstanbul
Sizde karşı bir film çekersiniz olur biter . Bizim rock gruplarımız ne güne duruyor diye sorarlar insana ...plastic yazdı:az önce Atv ana haber de izlediğim kadarıyla, 'yine ' soykırım iddalarının olduğu bi film çekilmiş ve filmde başroller de kim war , tahmin edin ?! : tabi ki de system of a down ! ve rahmetli Hrant dink in de bi kaç demeçinin olduğu sahneler de wardı..işte böyle hala kime ve neye ispatlamaya çalışıyolar, ısrarla, olmayan bişeyi !!!
Eskidendi, eskidendi, çok eskiden...
- RapunZelle
- Müdavim Üye
- Mesajlar: 710
- Kayıt: 30 Eyl 2006 00:00
- Konum: izmir
o filmlerin karelerini teker teker biyerlerine monte ettirecekler böyle giderlerse...plastic yazdı:az önce Atv ana haber de izlediğim kadarıyla, 'yine ' soykırım iddalarının olduğu bi film çekilmiş ve filmde başroller de kim war , tahmin edin ?! : tabi ki de system of a down ! ve rahmetli Hrant dink in de bi kaç demeçinin olduğu sahneler de wardı..işte böyle hala kime ve neye ispatlamaya çalışıyolar, ısrarla, olmayan bişeyi !!!
Dünya döner,geçer zaman; hiçbirşey kalmaz ardında...
maalesef bizde bu olanlara karşı somut bişey yok sözde hep tepkiler we bu sözlü tepkileri yine bizden başka duyan yok. dünya bundan bi haber ama ermeniler bu konuda baya bi çalışkan dawranıyolar haksız dawalrı için oldukça hırslılar bizde tık yok!wolfali yazdı:o filmlerin karelerini teker teker biyerlerine monte ettirecekler böyle giderlerse...plastic yazdı:az önce Atv ana haber de izlediğim kadarıyla, 'yine ' soykırım iddalarının olduğu bi film çekilmiş ve filmde başroller de kim war , tahmin edin ?! : tabi ki de system of a down ! ve rahmetli Hrant dink in de bi kaç demeçinin olduğu sahneler de wardı..işte böyle hala kime ve neye ispatlamaya çalışıyolar, ısrarla, olmayan bişeyi !!!
O kadar mutluyum ki şimdi kusabilirim!!..
ermeniler gibi lobi yapamayınca uluslararası tabi ki tık olmaz..başımızdakiler de bu iftiralara yeterince sert tepki göstermeye cesaret edemedikçe bu iş yıllar boyu uzar gider...ama bir sonuca varamaz..dev!l_O_ yazdı:maalesef bizde bu olanlara karşı somut bişey yok sözde hep tepkiler we bu sözlü tepkileri yine bizden başka duyan yok. dünya bundan bi haber ama ermeniler bu konuda baya bi çalışkan dawranıyolar haksız dawalrı için oldukça hırslılar bizde tık yok!wolfali yazdı:o filmlerin karelerini teker teker biyerlerine monte ettirecekler böyle giderlerse...plastic yazdı:az önce Atv ana haber de izlediğim kadarıyla, 'yine ' soykırım iddalarının olduğu bi film çekilmiş ve filmde başroller de kim war , tahmin edin ?! : tabi ki de system of a down ! ve rahmetli Hrant dink in de bi kaç demeçinin olduğu sahneler de wardı..işte böyle hala kime ve neye ispatlamaya çalışıyolar, ısrarla, olmayan bişeyi !!!
Dünya döner,geçer zaman; hiçbirşey kalmaz ardında...
şu an cnn de cüneyt özdemirin programı war azınlık konusuyla ilgili ermeni konklar falan...izleyin derim... bu arda konuyla alakasız olucak ama cnn de bi gün bi yayın yaptılar ..yayının konusu da amerikada dini inançların azalması we nasıl gençleri hristiyanlığa yönlendirilebileceğine dair..niye böyle bişey yayınladılar banane amerikadaki bu olaydan we amaç ne ?resmen nasıl hristiyanlığı yayabiliriz mewzusuydu =s
O kadar mutluyum ki şimdi kusabilirim!!..
- bloodline666
- Müdavim Üye
- Mesajlar: 1719
- Kayıt: 19 Mar 2005 01:00
- Konum: bekirli termik santralinden
ya lobi diyorsunda bunu biz yapsak bile bir yere varamayız bence bir sonuç alacağımızı sanmıyorum adamlar baştan bitirmiş zaten işi zaten fransada bunu kanıtlamaya çalışsan ne yazar kim dinler ki seniwolfali yazdı:ermeniler gibi lobi yapamayınca uluslararası tabi ki tık olmaz..başımızdakiler de bu iftiralara yeterince sert tepki göstermeye cesaret edemedikçe bu iş yıllar boyu uzar gider...ama bir sonuca varamaz..dev!l_O_ yazdı:maalesef bizde bu olanlara karşı somut bişey yok sözde hep tepkiler we bu sözlü tepkileri yine bizden başka duyan yok. dünya bundan bi haber ama ermeniler bu konuda baya bi çalışkan dawranıyolar haksız dawalrı için oldukça hırslılar bizde tık yok!wolfali yazdı: o filmlerin karelerini teker teker biyerlerine monte ettirecekler böyle giderlerse...
ben seni sevdim ya o bana yeter köpek sen beni bırakıp s...tir olup gittin yaaaaaa bende senin gibilerin taaaaaaaaa a.q.
- issirganotununissirmiyani
- Müdavim Üye
- Mesajlar: 1106
- Kayıt: 01 Haz 2005 00:00
- Konum: nereye
eger okumak isterseniz arkadaşlar ermenii soykırımı yalanı ile ilgili bir kitap ücretsiz olarak dagitilmaktadir telif hakki yoktur.
http://www.elbirligidernegi.org/ermeni_ ... yalani.pdf
http://www.elbirligidernegi.org/ermeni_ ... yalani.pdf
issirganotununissirmiyani ''değişim başladı anı yaşa'' vodafone gibi oldu behh
- karpuz_agaci
- Müdavim Üye
- Mesajlar: 1063
- Kayıt: 20 Ağu 2005 00:00
- Konum: alamanyadaki gâvurlarin arasindan
- İletişim:
sasirtici olan.. butun dunya da arsivlerle ilgilenilmis oluyor, herkes biliyor, turkiye ermenileri katletti, ab den abd ye ve kimin umurunda olan guney amerika ulkeleri bile!... ama hic biyerde ovanes kacaznuni nin bu kitabi bulunmuyor niye ise...Deja-Vu yazdı:Ermeni Soykırımı tarihsel ve uluslararası bir yalandır.
Ermeni soykırımının yalan olduğunu Ermeni belgelerinden öğrenebilirsiniz. Önemli bir kaynak olarak size Ovanes Kaçaznuni'nin kitabını öneririm. Kendisi Ermenistan'ın İlk Başbakını ve Taşnak partisinin kurucu lideridir. Kitap ise kendisinin 1923 yılında Parti Konferansı'na sunduğu rapordur.
Özetle şunları belirtiyor Raporun'da;
-Gönüllü silah birliklerinin oluşturulması hataydı
-Kayıtsız şartsız Rusya'ya bağlanmıştık
-Tehcir kararı amacına uygundu
-Türkiye, savunma içgüdüsyle hareket etmişti
-ermeni terör eylemleri batı kamuoyuna kazanmaya yönelikti.
-Taşnak yönetimi dışında suçlu aranmamalı
-Taşnak partisi'nin artık yapacağı bir şey yok;intihar etmeli.
Bu kitabın Ermenistan'da basılması yasaklanmıştır. Türkiye'de de basılmaması için ermeniler uzun uğraşlar vermiştir. Ama engelleyememişlerdir.
Kitabı okumak isteyenler için tam bilisini yazıyorum;
Ovanes Kaçaznuni
Taşnak Partisi'nin Yapacağı Bir Şey Yok
Kaynak Yayınları
allah allah...turkiye bence diplomatik butun baglantilari kesmeli..asil problemlerine yonelsin..analfabetilere,egitimsizlige ve issizlige.. zaten butun dunya kabul etmis, artik daha onemlisi var, elinden birsey gelmiyo..
bu oyunlarnan bizi de uyutmaya calismasinlar basdakiler..
Ermenilerin soykırımı kabul ettirme arzusu manevi bir dava değil sonuçta amaçları bunu kabul ettirip Türkiyeyi uluslar arası mahkemede yargılatıp istediği tazminatı koparmak ve Türkiyenin kendilerini tanımasını sağlamak.Dünya bunların terörist olduğunu paris ve esenboğa saldırılarıyla gördü.Gördü ve kendi vatandaşlarınında ölmesine rağmen unuttu.Ve merak ediyorum 60 a yakın diplomatımız şehit edildiğinde kaç tane ermeni hepimiz türküz diye yakasına yazılar yazdı ve en acısı kaç vatandaşımız şehit diplomatlarımız için meydanlarda yürüyüşler yaptı?
- karpuz_agaci
- Müdavim Üye
- Mesajlar: 1063
- Kayıt: 20 Ağu 2005 00:00
- Konum: alamanyadaki gâvurlarin arasindan
- İletişim:
evet!allaim..kafayi yicem..ama ermeniler dogru yaptilar..baktilar kaba kuvvet..heee pek olmuyo..emperialistlerle cok daha efektif...keremo83 yazdı:Ermenilerin soykırımı kabul ettirme arzusu manevi bir dava değil sonuçta amaçları bunu kabul ettirip Türkiyeyi uluslar arası mahkemede yargılatıp istediği tazminatı koparmak ve Türkiyenin kendilerini tanımasını sağlamak.Dünya bunların terörist olduğunu paris ve esenboğa saldırılarıyla gördü.Gördü ve kendi vatandaşlarınında ölmesine rağmen unuttu.Ve merak ediyorum 60 a yakın diplomatımız şehit edildiğinde kaç tane ermeni hepimiz türküz diye yakasına yazılar yazdı ve en acısı kaç vatandaşımız şehit diplomatlarımız için meydanlarda yürüyüşler yaptı?
Biz bunu becermiyoruz işte Türklerin güçlü lobileri yok.İş adamlarımız anca Türkiyede asıp kesebiliyo hangi holdingimiz yurt dışında binlerce kişi istihdam edebiliyo.Biraz parası olan romanyada fabrika kuruyo.Niye üçe beşe kıyıp stratejik ülkelere yatırım yapılmıyo?Bir örnek size Koç gurubu otomobillerini fransa da üretseydi 20.000 fransıza iş verseydi eğer fransız parlamentosu ermeni soykırımı lafı edebilirmiydi?Bence en büyük iş Türkiyede patronluk yapan koçlara,sabancılara düşüyo bizede büyük kuruluşlarımızın ürünlerini satın alarak destek vermek düşüyo.Ermenilerin kendi ülkeleri küçük ve sanayiye elverişli değil hepsi yurt dışında üretim yapyo ve sözleri o ölçüde geçiyo yoksa dünyada ermenilere bayılmış değil.
- karpuz_agaci
- Müdavim Üye
- Mesajlar: 1063
- Kayıt: 20 Ağu 2005 00:00
- Konum: alamanyadaki gâvurlarin arasindan
- İletişim:
avrupada 5 milyon turk yasio onlarin sozu gecmis oluyo bi poka yaramiyorlar.. belki ermenilerin sayisi..nebilim 40.000 dir heriflerin ne kadar kiymetli cikti..keremo83 yazdı:Biz bunu becermiyoruz işte Türklerin güçlü lobileri yok.İş adamlarımız anca Türkiyede asıp kesebiliyo hangi holdingimiz yurt dışında binlerce kişi istihdam edebiliyo.Biraz parası olan romanyada fabrika kuruyo.Niye üçe beşe kıyıp stratejik ülkelere yatırım yapılmıyo?Bir örnek size Koç gurubu otomobillerini fransa da üretseydi 20.000 fransıza iş verseydi eğer fransız parlamentosu ermeni soykırımı lafı edebilirmiydi?Bence en büyük iş Türkiyede patronluk yapan koçlara,sabancılara düşüyo bizede büyük kuruluşlarımızın ürünlerini satın alarak destek vermek düşüyo.Ermenilerin kendi ülkeleri küçük ve sanayiye elverişli değil hepsi yurt dışında üretim yapyo ve sözleri o ölçüde geçiyo yoksa dünyada ermenilere bayılmış değil.
..en iyisi de almanyada iki okulda hitlerin soykirim dusuncesini ve yontemini turklerden ogrendigini ogretmeleri..
turkler olmasaydi hitlerin aklindan bile gecmezdi..oof of..
- karpuz_agaci
- Müdavim Üye
- Mesajlar: 1063
- Kayıt: 20 Ağu 2005 00:00
- Konum: alamanyadaki gâvurlarin arasindan
- İletişim:
- karpuz_agaci
- Müdavim Üye
- Mesajlar: 1063
- Kayıt: 20 Ağu 2005 00:00
- Konum: alamanyadaki gâvurlarin arasindan
- İletişim:
aaa gurbetçimisin nerden yazıyosun ?karpuz_agaci yazdı:bende gurbetciyim ve ben isci olmicam! bukadar tanidigin donerci mi yoksa sahiden doner fabrikasi mi var?...varsa bir doner fabrikasi oda almanlarin elinde.. =)keremo83 yazdı:Benim tanıdığım bütün gurbetçiler işçi bi taneside fabrika kursun be kardeşim aaaa bi tanesi var döner fabrikam var diyo